(Tam bu noktada Mustafa Sandal üstattan Aşka Yürek Gerek çalmaya başlar, sinirler ve vücut hücrelerindeki her bir zerre gerilmeye başlar. Yunanca başlayan şarkı Mustafa Sandal'ın ses tonunun şarkıya dahil olmasıyla birlikte vücutta tepkisel bir reaksiyon yaratarak başrolümüzün kaşlarını çatar, onu ayağa kaldırır.)
Kabul edelim ki sıkıntılı ve sorunlu kişiliklerdik, beceremedik. Geri döneceğine dair bir inanç oluşturmalı mıyım kendi içimde inan ki bilmiyorum.
(Biranda başrolümüz cebinden su tabancası çıkararak tabancayı ayrıldığı beyaz kıvırların kafasına doğrultur ve Mustafa Sandal'ın bu hüzne boğan oynak şarkısından İbrahim Tatlıses'in epik Aramam Sormam Bir Daha şarkısına evrilir. Tetiğe yüklendiğinde titreyen parmaklarından bir damla ter süzülürken, beyaz kıvırlar yere yığılır.)
Ya kanımızla yazıyoruz dediğimiz oyun kötü olursa?
Ya beni sevmezse, ya oynadığımız sevgililik oyunu düşündüğüm gibi bir etki yaratmazsa ve benden nefret etmeye başlarsa?
Başlamadı mı sanıyorsun?
Senden neden en başta hoşlansın ki, niçin sevsin seni?
Sevilecek ve değer görecek bir tarafın mı vardı?
Oyunu kaybedeceğin barizdi niçin açtın ki?
Bağımlılık yaptı fakat oyun, bırakamadım bir süre sonra.
İntiharı kast ediyorsan eğer evet hayat bir noktada kendisine öyle bir bağladı ki seni kopamadın.
Fakat kopmak istiyorum albayım.
Fakat kopmak istiyorum.
(Yere yığılmış beyaz kıvırların omuzlarından akan su damlacıklarının oluşturduğu göl dehşet bir görüntü yaratsa da gözleri henüz kapanmamıştır. Ayaklarını karnına çekerek yerde bir miktar süründükten sonra kollarını açar. Ölüme direnen bir tavırla hemen yanındaki radyodan gelen İbrahim Tatlıses'in sesine doğru uzatır ellerini. Haşin bir tavırla kapatarak tekrar olduğu yere yığılır kalır. Parmaklarını başımda gezdirerek derince bir oh çeker)
Bağımlılıklardan nasıl kurtulur ki insan dediğin zavallıcık?
Öncelikle oynadığın oyunun saçmalığını kavra. Kabul edelim ki kötü bir oyuncusun sen. Fakat herkes de müthiş piyesler mi yazıyorlar albayım?
Kapat çeneni de dinle aptal, kötü oynuyorsun işte başkası ile kıyasa girme artık. Herkesin oyunu başka, herkesin oyunculuğu başka, herkesin her dış etkeni başka işledi bugüne dek.
Kabul et artık hiçkimse gibi olamayacaksın.
Kabul et artık hiçkimse sen gibi olamayacak.
Ne yapmak gerekli o halde böylesine canımı yakıyorken bu oyunların saçmalıkları ve bu düzen?
Fişi çek, oyunu kapat ve güzel bir uyku çek.
Sonsuz bir uyku mu albayım?
Sonsuzluğu biliyor ve hissedebiliyor musun ki sonsuzluğu istiyorsun kanında ve canında?
Çok küçük ve önemsizsin.
Fazla büyük ve mühimsin.
Nesin?
Nesin?
Yalnızca acı çektiğimi biliyorum, sorgulama artık beni.
Mürdüm eriği Temmuz ayında olgunlaşır. Kasım ayındayız şimdi, mürdüm eriği var mıdır bilmiyorum fakat çok hoş sonbahar yaprakları var.
İsmimin de anlamı olan bu yapraklarla dolu yolda seninle yürümek için ne yapmam gerekli? Hem günler de artık daha kısaymış, geceleri uzun uzun yaşamamız gerekliymiş.
Uzun bir gece yolculuğu yapmak için seninle neleri feda etmem gerekiyor söyle artık. Kasım demek yağış da demek aynı zamanda, fırtınalar geldi bile kapıda.
Gavurga varmış buğdayı kızarttığın. Pek severim de adını bilmiyormuşum, her yörede aynıymış adı. Sen biliyor musun acaba gavurgayı?
"Erdemlerin savaş alanı olmaktan yorulmak."
İnsanların mutluluklarını kıskanmaya başladığını fark ettim, niçin yapıyorsun bunu?
İnsanlar bu kadar mı önemliler senin için? Aslında pek sayılmaz, insanların bana hissettirdikleri sanırım canımı asıl sıkan. Yani ağızları, dilleri olmasaydı seni daha mı iyi hissettireceklerdi?
Bilmiyorum, üzerine düşünmek istediğim son şey insanlar sanırım.
Pekala arka mı çıkıyorsun onlara duyduğun sevgiye? Katiyen.
Impermanence and imperfection.
Değişim öyle sürekli ve öyle uzun bir yol içerisinde rüzgar misali esmeliymiş, en azından öyle diyorlar. Kıyas sevmem, yapılmasından hoşlanmam lakin rüzgar gibi değişen bir kişilik isteyeceğimden şüpheliyim. Sessizliği severim, susmalı her şey bazı zamanlar. Sarsılmaz bir ruh hali, sağlam bir sessizlik ve olgunluk içerisinde yaşayan bir beden gerekli sanıyorum. Alev gibi parlamalı mı, yakmalı mı etrafını?
Bu hayat eksik, kusurlu bu yaşam, bir hata var bu düzenin içerisinde, bile bile katlanmalı mı bu karmaşaya?
(Söylesene o karmaşayı bilebilecek kadar zekân var mı?)
Dysphoria ve euphoria
Benim canım ne vakit kıymetli oldu ki?
Kim değer verir senin canına salak? Bir tek hayatta kalmaya çalışan sensin, seni kurtaracaklarını mı sanıyorsun, kendilerini feda edeceklerini mi sanıyorsun? Sen bir hiçsin onların canının yanında.
Fakat ben de insan değil miyim? Niçin, benim de canım yanmıyor mu? Ben de sevgi dilenemez miyim? Kendimi sevebilmek için kendime yalvarıyorum, yine de beceremiyorum. Sıkıştım, hapsoldum. Nasıl çıkacağım bu durumdan?
İçim daralıyor, gözlerimde hala o alevler sabit. Hala çıkmıyor aklımdan koskoca binanın yanışı. Hiçkimse mi bir el uzatmaz, hiçkimse mi bir şeyin var mı demez?
Demez. Niçin senin canın kıymetli olsun yahu, niçin anlamıyorsun?
Anlamayacağım ben. Canım yanıyor. Korkuyorum ben, ölümüne korkuyorum. Ölümden de korkuyorum.
Korkuyor musun?
Korkmuyorum, başaracağım.
Ne kazanacaksın ki başardığın vakit?
Kişiliğimi bulurum belki öldüğümde, artık kayıp olmam. Yerim yurdum belli olur, bilinmezliğe karışır giderim. Hiç var olmamış gibi.
Var oldun mu ki?
Sanırım olmadım. Korkuyorum yine de. Ne yazık onca cesur yaşamış ölmüş, benliklerini adamış insanlık uğuruna.
Sen de adasana kendini, insanlara muhtaçsan insanlara yardım ederek kazan onları.
Kimseyi kazanamam ben, cesur muyum sanıyorsun kendimi onlara adayacak kadar?
Fakat cesaretin de yoksa cebinde ne kaldı ki senin?
Boşluk var. Hiçlik benimle. Ne kadar acı, kıymetsizlik, ne kadar pislik varsa benimle.
Kusurluyum ben, bakma sen bana. Adım çıkmış benim.
Hatırlıyor musun dün neler yaşadığını?
Unutur muyum hiç, az evvel yaşadığım anı özledim ben iki saniye sonra.
Bunu niçin bu kadar büyüttün ki?
Hoş bir andı, sevdiğim bir parçanın müthiş bir kısmı kulaklarımı parçalayacak gibiydi. Gözlerim yolda yürüyordum fakat yolu görmüyordum ki ben. Gözlerimin önünde koskoca bir orman, gözlerimin öninde tüm sevdiklerim, gözlerimin önünde yaşanmışlık vardı. Ayacıklarım kayacaktı heyecandan. Suratım gülümsüyordu durduk yere, ayaklarım yere hiç olmadığı kadar sağlam basıyordu. Sanki bütün insanların gözleri bendeydi, hiçbirini umursamıyor gibiydim. Hiçbir derdim yok, hiçbir şeye canım yanmamış yeni doğmuş bir bebek gibiyidim o an.
Sonra ne oldu anlatsana.
Sonra mı? Sonra paçanın o bayıldığım kısmı geçti, şarkı bitmeye yaklaştı. Sona ulaşırken aslında kimsrnin derdinin ben olmadığımı hatırladım.
Bu canını mı yakıyor?
Elbette, bilirsin insanları mühimserim kendimden fazlaca.
Hiçkimsenin seni önemsemiyor oluşu seni mutlu bir insana da dönüştürebilirdi. Hiçbir sorumluluk yok, özgürlük dışında seni kamçılayan yok, sırtında bir dert yok. Kimsenin umurunda değilsin, istediğin gibi yaşayabilirsin. Bakış açını mı değiştirsen?
Fakat önemsenmek istiyorum, bir bebek gibi bakılmak.
Yahu sen kendi canına kıymet veriyor musun ki?
Niet, katiyen no.
O halde niçin bir başkası sana bu şekilde davransın ki, insanlar seni bakıma muhtaç bir bebek gibi mi görsün istiyorsun?
İstemiyorum.
İstediğin gibi görün, göründüğün gibi de yaşa. Görünmek istemediğin birisi olarak niçin davranış sergiliyorsun?
Otomatik üzerime yapışmış gibi, kontrol edemiyorum ki meleti. Ne vakit biri gülümseyerek yaklaşsa mutlu oluyorum önemsendiğim yanıkgısına kapılarak.
Fazlaca unutkansın, nasıl bilmezsin insanlığın ikiyüzlülüğünü. Sen hiç ikiyüzlü olmadın mı ki?
Elbet olduğum vakitler olmuştur inkâr edemem, lakin genellikle ne hissediyorsam gösterir en kötü belli ederim. İkiyüzlülük etmem ki.
Kıyas sevmesem de senin bile ikiyüzlü olduğun zamanlar olduysa niçin insanlardan beklemiyorsun böyle bir davranış şeklini?
Fakat bunlar çok fazlalar, bu kadar karmaşık olamam ki ben. O kadar fazla şeyi aynı anda düşünüp, planlayacak kadar zeki değilim ki.
İki saniye kendine sallamadan dursan canın mı yanacak?
Üzgünüm, otomatik davranışlardan bir tanesi.
İçinde seni yargılayan, seni bırakmayan, seni eğiten kimi zaman seni yerden yere vuran iki kişilik var.
Elbette biz neyiz sanıyorsun? Sen beni eleştirmek için varsın keza ben de sana karşı çıkmak için.
Çoğu vakit karşı çıkmaktan ziyade beni onaylamak için var gibisin. Ne vakit yaptıklarını eleştirsem buna aç gibi beni onaylıyorsun.
O halde ne yapmalı?
Eleştirmeyi bırakamam ben, sen de onayı bırakmayacaksın. Gel artık kabullenelim.
Gecenin bu saatinde hiçbir anlaşmaya imzamı atamam efenim. Ne kabulüymüş bu?
Benliklerimizi kabullenelim. Doğamızı.
Nasıl yani, ne demek bu?
Diyorum ki bizler zıt da olsa birbirini tamamlayan ying ve yang gibiyiz. İkimizden de bir cacık olacağı yok, ben hariç. Dolayısıyla kim olduğumuzu, nasıl davranışlar sergilediğimizi az çok ezberledik. Karşımıza çıkan olaylar zaten birbirine benzer durumlar. Hazırlıklıyız kendimizce seninle olacak olan kavgalarımıza. Niçin zaten bu senaryo yaşandı diyerek kabul edip geçmiyoruz bu kavga faslını?
Yani benim canım yanacak ve sen bundan keyif mi duyacaksın?
Yine götünle anlıyorsun değil mi?
Kabul edelim ki önemsenmeyi seviyorsun. Kabul edelim ki sen bu adamı istiyorsun, bu adama sevgi duyuyorsun lakin olmayacağını da biliyorsun. İyileşmek istiyorsun, kimsenin sevgisine ve ilgisine ihtiyaç duymamak istiyorsun, doğru mudur?
Hem evet, hem de hayır. Hem yes hem de katiyen. Hem başım gözüm üzerine hem de ne münasebet.
Güldürme beni, zavallıcıklar gibi davranma bana.
Eleştirilerini başka zamana sakla, devam et lütfen.
Öhöm, tek başınayız.
Öhöm, ben boru muyum?
Onu bunu bırak da nasıl kabullenmeliyiz fikir üret.
Önce ölüp sonra dirilmemiz gerekli.
Ölme işini bizden iyi beceren yok, haydi ölelim.
Öyle değil salak, birlikte yok olursak bir anlamı kalmaz.
Onunla dertleşmeyi özledim ben.
Acı seni kendisine doğru çekiyor yine, acı çekmeye meylediyorsun yapma.
Belki yalnızca kalbim kırılmıştır ve hayallerim yıkılmıştır olamaz mı?
Olur mu sanıyorsun?
Olur, yalnızca özledim bir miktar. Acısı bile tatlıydı onun, seviyorum ki ben onu.
Seviyorsan gitme, seviyorsan veda etme.
Fakat saygısızlık etti. Hala bir umut arayarak kaçıyorsun, kaçma.
Nasıl kaçmam, bu kadar büyük bir duyguyla baş edebilir miyiz biz?
Bir denemek ister misin? Bir süre uzaklaşalım ondan, zaten zaman geçtikten sonra yine dönesimiz varsa döneriz ona. Bir süre yalnız kalmayı deneyelim, ne dersin?
Ya yalnız kaldığımızda ona ihtiyacımız kalmazsa?
Kalmaz muhtemelen. Fena mı olur, biz bize kalırız. Özgürlüğe vurulan prangalar kalkmasın mı? Dişlerimize kadar değen zincirleri kırmayalım mı? Sonunda bedenimizdeki kudreti, aklımızın haşmetini, ruhumuzun bilgeliğini okşamayalım mı?
Onu hiç sevmemişler ki nereden bilsin şevkati?
Mein Einziger, der auf dem Boden zusammenbrach. Yere yığılmış biriciğim. Yere yıkılan bir tek benim.
Mein Geliebter brach auf dem Boden zusammen.
Quale amante?
Sie ist meine Geliebte. Trotz allem schätze ich ihn mehr als alles andere.
Non ti importa di lui. Torna in te, non ti ama. Önemsemiyor bizi.
Solange er gute Laune und Gesundheit hat, reicht mir das.
Seni kim düşünecek amore?
Ben başımın çaresine bakarım. Hep bakmadım mı?
Sana binbir çeşit yerden hikayeler toplayıp getireceğim.
Fakat ben bilmem ki başka yer.
Öğreneceksin amore. Sana binbir çeşit çiçek sunacağım, kitaplarının arasında saklayacak gözyaşlarınla kurutacaksın onları.
Fakat sözlere inanmıyorum artık, su içmem gerekli daha fazla.
Hafızan da balık zaten yahu, nasıl unutursun maceralarımızı?
Binbir çeşit çiçek sana kalsın, binbir çeşit farklı hikaye istemem senin olsun, bana onu ver.
Fakat sıkılır geri döndüğünde, ona sunacak imkanlarını çoğaltmaya bak. Cebinde sakladıklarını dağıtalım.
Ceplerim bomboş.
Yüreğin var senin taş gibi. Sevgin kırılır mı senin iki üç darbeyle? Sen ki baş etmedin mi onca dertle bir başına sokaklarda?
Fakat övmezdin sen beni, nereden geliyor bu cesaretin?
Övmeli, gömmeli, sevmeli ve nefret etmeli senden. Öyle birisin ki tüm hisleri tattırıyorsun, ihmal etmiyorsun hiçbirini.
Etmem, yaşanmalı her his. Vardır bir sebebi elbet, aklım yetmez belki kudretli şeylerdir. Kim bilir belki bir oyundur, belki de engeller yoktur.
Şimdi kazak mı öreceksin, karpatka mı pişireceksin?
Kuksa oyacağım ben, vaktim yok bunlara.
Ne kuksası asıl ona vaktin yok, bıçakların bile yok. Hem ne zaman ders çalışacaksın sen?
"Neo unutma, sen kadere inanmazsın."
No2 gazı, azot dioksit. Ah diktatörler arasında kaldığını iddia ediyor. Kırmızı-kahve karışımı bir gaz. 46,01 gram.mol-1 kütleye sahip ve yaklaşık 200 °C sıcaklıkta NO2 gazı no ve o2 gazlarına parçalanır. Suda iyi çözünmekle kalmaz, kokusu pek keskindir muhakkak öksürükle son bulur. Ben sen değilim, benzemiyoruz bile. Kötülüğe karşı gelmek adına bir söz mü verdin sen?
Fosil yakıtları bilirsin, kömür gaz gibi ya da yağların yanması sonucu ortaya çıkar bu NO2 gazı. Çoğunlukla arabadan çıkıyor işte bu melet, kentsel alanlarda sıkça karşımızda. Budizmden mi bahsettin sen kötülüğe adanmış bir hayat derken?
Hayır niet amore. Hem alev alıcı bir gaz da değil, boğucu da değil.
Zehirleyici olduğunu biliyorsun.
NO3 nedir pekâla?
Sanki bilmiyorsun da benden öğreniyorsun. NO3 işte, Nitrat anyonu. Nitrik asit (HNO3) tuzu iyonu işte. Oksijen atomları arasında 120 derecelik bir açı var, üçgen biçiminde moleküler geometrisi.
Proteinler ya da yapıtaşı olan amino asitler arasındaki peptit bağlarını oluşturan ise amid sentez tepkimesi. Öf başladım yine ben, alakasız alakasız bilgiler sunuyorum önüne böyle sorular sorma artık, bana ne amidlerden?
Bana acilen herhangi bir CnH2nOH olan mono organik madde gerekli.
Etanol mü istiyorsun C2H5OH? Alkol içmek istiyorsun yani yine. Akıllanmadın mı yahu sen, bitmedi mi şu alkol aşkın?
Fermente olmuş bir birada %3-5 oranında etanol bulunuyorsa eğer 13 bira içtiğimde vücudumdaki etanol miktarı nedir?
Yüzde 7,2 etanol içeren bir bira düşünelim, Carlsberg atıyorum. Seni maksimum 0.3, 0.4 promil yükseltecek bir 50cl şişeden bahsediyorum. Bundan 13 adet kullandığında olacaklar nelerdir bunu mu soruyorsun?
Kesinlikle sayıları yuvarlayabiliriz lakin hemen hemen ortalama bir değer istediğim için lütfen devam et.
Pekâla, bir Carlsberg diktin. Paran yetecek mi 13'üne birden bilmiyorum fakat diyelim ki zengin olduğun bir vakittesin. 13. Biraya geldiğin zaman vücudundaki etanolün gramı için...dört işlemlerim zayıf o kısımlarda bana müdahele et lütfen. 7,2 etanol içeren 50'lik biranın yani 500 ml'lik bir biranın içerisinde yaklaşık 500.%7,2 etanol bulunur... 500.%7.2 ne yaptı?
Sanırsam 36 gram etanol etti.
13 ile de çarp bu 36 gram etanolü.
468 gram etanol yaptı.
Oldukça yüksek, muhtemelen sağlık sorunların çıkacaktır. Sinir sistemini baskılayacak bu alkol.
Yani alkol zehirlenmesine ramak var mı yok mu, onu söyle bana.
0.5 promil aralığında konuşkanlık artar, ufak tefek inceden hissedersin işte alkolün vücuduna girdiğini. Bazen küçük, motor kasları çalıştırmamız gereken durumlarda zorluklar da yaşayabiliriz. 0.10 promile geldiğinde tepki verme hızında ciddi bir azalma görülür. Muhakeme edemezsin konuları, bir miktar saçmalamalar başlar. 1.0 ve 2.0 promil aralığına geldiysen eğer yürümen değişir, sallanırsın. Gevelersin, ruh halin değişir regl olmuş misali duygudan duyguya girebilirsin. 2.0 ile 4.0 arasında ise miden bulanır, kusabilirsin bu noktada. Anlamsı konuşmalar ve çoğu zaman hafıza kayıpları yaşanır. Çift gören olur, dili tutulan olur, kekeleyerek konuşur. Gözler titremeye başlar. Ve en civcivli kısım; alkol promili 4 üzerine çıktıysa solunum felci yaşanabilir, solunum sonlanabilir. Bilinç kaybı ve kaçınılmaz koma durumları gelişebilir. Kalp durur ve en son ölümle sonlanabilir.
Peki 468 gram etanol kaç promil yapar?
Başlayalım yine hesaplara. 78 kilo olduğunu varsayıyorum, 25 yaşında yetişkin bir erkeksin. Vücut ağırlığının 1/12 si kadar vücudunda kan bulunuyor diyelim. 78x1/12=6.5
Yani 6.5 litre kanın var.
Miligram alkol/militre kan oranı ile kanındaki alkol oranını dolayısıyla kaç promilde olduğunu bulabiliriz.
6.5 litre kaç militre yapar?
650 ml sanırım. O halde 468 gram etanol içeren bir alkol aldığında yaklaşık 5.2 promil alkol almış oluyorsun.
Nasıl yani? 4 ve üzerine ölüm demedin mi sen? Alkol zehirlenmesi tehlikesi mi var yani?
Evett, bu gidişle alkol zehirlenmesinden ölmesi muhtemel bu yetişkin bireyin (yetişkinliği sorgulanır). Senden bahsediyorsak eğer sen zaten bir noktada zehirleneceksin, alkol toleransından yırtıyorsun. Biraz da parasızlıktan. Hayret ediyorum aslında zeki de birisin, nasıl bilmezsin bu hesapları?
Ne hesabı o kafayla ki, yalnızca atıyorum kendimi barın ortasına ve devamını düşünmüyorum.
Fakat niçin, niçin anlamıyorum.
Üç bira bile 5-6 saat sonra atılıyor vücuttan.
Fakat alkol toleransı etkili işte. Her gün eser miktarda vücudundan hiç atılmadan dolaşıp duruyor bu alkol senin. Atılmasına izin vermeden yenisini içiyorsun. Yetmiyor daha da fazlasını içiyorsun her gün. Hem iki üç gün mola versen bile zor atılmış oluyor vücudundan etkileri. Her saniye alkolik dolaşan birinden beni sevmesini nasıl beklerim ki?
Bekleme sen de, git o halde.
Destek alman gerekiyordur belki, birileri destek olmalıdır belki de sana. Sana değer veren insanlar olarak sağlığın için endişe etmemiz kaçınılmaz değil mi? Fakat ben kaybolmuş bir noktada sana destek çıkacak bir konumda değilim sanırım.
Kaybolmuş falan değilsin, saygım sonsuz sevgine.
Ben saygını istemiyorum ki, saygın sende kalsın.
Ne istiyorsun diye sormayacağım, üzgünüm.
C2H5OH. Fakat beleşe gelsin zira o kadar param yok.
İsmi şerbetçiotu olmasına rağmen biraya acılığını veren o maddeyi istiyorum ben.
Anlam veremediğim, ismini koyamadığım, eğitim seyen ve bilgi düzeyimin yeterli gelmediği hislerle boğuşuyorum.
Tanımlayamadıkların seni sıkıntıya sokuyor olmalı.
Korkutur bilirsin, lakin korkudan başka bir his bu.
Hafif keyif veriyor sanki, acı diyebiliyorum fakat bir tanım getiremiyorum.
Ağır geliyor artık. Takıntı diyorlar, sadece sevgimi göstermeye çalışıp endişelenmiştim onun için.
İnsanları sevmiyor musun?
Anlamıyorsun Aden, insanlardan korkuyorum. Düşünceleri, bencillikleri, her seferinde bir yolunu bulup sıkıştırdıkları ruhum karşısında bana sen kendi bu hale getirdin diyerek ahkam kesmeleri moralimi bozuyor. Onlara duyduğum sevgi her seferinde daha ağır bastığı için kendi üzerime basa basa onların bencilliklerine boyun eğiyorum. Anlamıyorsun Aden, onlara duyduğum saygının bir gramını kendime gösteremiyorum anlamıyorsun beni. Hiçkimseye oturup bir türlü anlatamadım derdimi, ben mühimsizim lakin sizleri mutku etmekle varlığımı sürdürüyorum diyemedim. Tam bu insanın bencilliğini kavradım, tamam artık acı çekmem dediğimde yanıma yanaşarak tekrar canımı yakmalarına izin verdiğim hallerimi sevmiyorum. Ben insanları çok seviyor olmayı sevmiyorum Aden! Önemsemeyişleri, hiçbirinin umurunda olmayışım bana kafayı yedirtiyor. Bir miktar sevgi dileniyorum onlardan, bir miltar sevgi dışında hiçbir talebim olmuyor. Fakat ağır geliyor insanlara bu, taşıyamıyor kimse bu sevgiyi. Rahat bırakılmak istiyorlar, nefes almak ve hayatlarını yaşamak. Nasıl affedeceğim onları söylesene bana?
Biraz çaba gösterseler affedersin zaten yine onları.
Çaba gösterseler dahi sence iyileşecek mi açtıkları yaralar?
Üzerini örteceksin zamanla, eskisi kadar acıtmayacak. Kavrayamadın mı hâlâ kaç defa söyledim kötücül olan bu bencilliğini insanların. Bir oyun içerisinde değiliz diyorsun, bir oyun olmalı bu.
Başka bir ihtimal yok sanırsam. Oyunun kuralları hoş değil, sürdürülebilir de sayılmaz, etkisi de epey fazlaca. Ne dersin biz oyunu mu değiştirsek?
Hayır Aden, göremiyor musun kaç senedir aynı muhabbet. Her seferinde pes etmek istiyoruz, kolay bir çıkış yolu arıyoruz ve ölmeye koşuyoruz. Acıya mı toleransımız yok sanki, niçin kaçmayı düşünüyoruz hemen? Hemen hayattan vazgeçmek geliyor içimizden, hemen planlar kuruluyor ve intihar teşebbüsleri başlıyor nihayetinde de işte huzurlu bir kaybedişle yüzleşiyoruz. Yine beceremiyoruz, yine huzursuzuz ve yalnızca bir kez daha ayağa kalkmaya çabalıyoruz. Bu defa bu faslı rica ediyorum yaşatma bana tekrar, yine intihara teşebbüs etmeyelim.
O halde kendimize zarar verelim.
Hayır Aden, yalvarırım yine buna koşmayalım. Her seferinde kendimize yeterince yüklenmedik mi, canımızı yeterince yakmadık mı? Bırak da bu defa iyileşmeye çabalayalım. Bu defa karşımıza istediğimiz kişi olarak çıkalım. Kendimiz gibi olabilelim, yalnız kalmaya korkmayalım, bir miktar sempati duyabilelim kendimize. Fazla şey talep etmiyorum senden diğer insanlardan etmediğim gibi. Yalnızca biraz şevkat, bir miktar sevgi bekliyorum senden bana karşı. Bir miktar kendimizi sevelim, ne dersin?
Zor fakat ne yapmalı?
Görevler verelim ufak ufak, yaptıklarımızı olumlu eleştirelim. Kendim için yaptım bunu diyebileceğimiz şeyleri atalım cebimize.
Zor olacak biliyorsun değil mi?
Aynı problemlerle defalarca kez karşılaşmak, bu problemler karşısında savunmasız bir küçük kız çocuğu misali kendimizi odaya kapatarak ağlayıp sızlanmak zor değil miydi yeterince? Vakti gelmedi mi ki kendimize hizmet etmenin? Bugüne dek her daim insanların mutlulukları için çaba gösterdik, onlar için oradan oraya sürüklendik. İyi niyetimizi sömürmekle kalmadılar, bizi kırmayı bize işkence çektirmeyi de ihmal dahi etmediler. Her daim içimizdeki umutları alıp çöpe fırlattılar. Kimi arkasına bile bakmadan çekip gitti, kimi önce öldürdü sonra iyileştirmeye çabaladı, kimilerinin umurunda bile olmadık, kimileri yardım etmeye çalıştı hiçbirine izin dahi vermedik ve sefaletimizle mutlu olduğumuzu kabullendik.
Mühim olan mutluluk değil ki.
Elbette, mühim olan her daim sağlam durabilmekti. Becerebildik mi iyi niyetimizi yedirmemeyi onca ağzı sulanan vahşinin karşısında?
Beceremedik, ellerine koz vermeyi seçen bizdik. Mağdur duruma düşmeyi düşleyen bizlerdik, fakat artık bu denli bir beklentiyi sonlandırmak istiyorum.
Bir şeyler zamanla gelişir diyorlar, öyle ha diye olmuyormuş biz söylediğimizde. Kendimize söz verdiğimizde de kimi zaman bu sözlerimiz kırılabilir, dağılabilir, yolunu şaşırabilir Jose.
Fakat Aden, bu denli bir söz kırıldığı vakit bizi nasıl etkileyeceğini bilmiyor musun? Beklentilerimizi azaltmak yerine kendimizi zorlayarak sıfırlamak değil mi makul olan?
Ah Jose, kim sıfırlayabilmiş beklentisini? Pandora bile görmüş çıkan umut taneciklerini. Umut hep varolacak, bu varoluş da acımızın kaynağı olacak.
Lakin acı çekmekle bir sorunumuz yoktu, biz mutlulukla harman acıları da severdik. Kaybolmayı, kimsesiz kalmayı kaldıramadık.
Kimsesiz değiliz, her daim varolacak bir güç bizi bekliyor, umut. Belki de evrendeki en dehşet his umut lakin hep orada olduğu gerçeğini biz değiştiremeyiz.
Hep varlığı sürecekse, hep acı da olacak, hep hayal kırıklığı da olacak. Bu süreçte nasıl iyileştirmeli kendimizi?
Ne denk geliyorsa kabullenmeli, değiştiremediklerimiz olacak. Yangını kendi rızanla durdurabilir miydin? Yalıtım malzemelerini sen mi seçmiştin, sen mi yolladın yıldırımı oraya? Pekala yağan yağmuru, rüzgarın yönünü sen mi belirledin? Hayatta olmayabilirdin, o ateş üzerine de düşebilirdi.
Belki bunları değiştiremem fakat o an yanımdaki insanları sakinleştirebilirdim.
Elinden geleni yaptın, geçmişi değiştiremezsin. Bunları düşünmeye bir mola ver. Fazlaca düşünerek kendini yıpratıyorsun sadece. Yıpranmaya da pek meyillisin üstelik. Biraz sağlam kalmaya çaba göster, hiçbir zaman görmedim seni gerçekten gülerken tek başına.
Genelde insanlarla birlikte gülmeyi tercih ediyorum.
Bırak insanları, gel biz birbirimize gülelim. Onlardan pek bir şey bekleme artık, onlar düşkün. Onlar yollarını şaşırmış, onlar kayıp. Her bir insan tanesi yeterince kayıp kendi çöplüğünde.
Peki tanrı, o da mı kayıp kendi çöplüğünde?
Onun suratı varsa bize bakmaz, gözleriyse gören bizi görmez, varsa dili bize sökmez, kafasıysa dönen çevirir başını diğer yöne. Umut etme ondan artık, o hiçbir şeye müdahele etmeyecek. Bir gram his yollamayacak sana, senin hislerinden başka.
Sen tanrıya inanıyor muydun?
Ben inançlı biriyim lakin tanrı diyemem ona. İnsanım, acizce inanmaya mecburum. Birine veyahut bir şeylere lakin eninde sonunda inanmaya mecburum.
Kendimize mi inansak, bencil olsak mesela.
Zaten benciliz, fakat fedakarlık sandıklarımızı ön planda tutuyoruz yalnızca. Kafanı mı karıştırdım?
Zorlanıyorum algılamakta.
Serbest çağrışıma ne dersin?
İsterim, kaçarım, beklerim, kabullenmem. Gel hadi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder