-Merhaba.
+Uzun bir süredir yoktun ortalıkta, neden döndün?
-Damıtılması gerekenler vardı, ayıklaman gerekenler de cabası. Bensiz yapmalıydın, başarabildin mi yokluğumda?
+Bıraktığın halimle aramda hiçbir fark yok.
-Elbette var, akışın içerisinde sabit kalabileceğini mi sanıyordun? Bir saniye öncesi ile bir değilsin, tanışmak ister misin bir saniye önceki halin ile?
+Referans noktan hangi saniye, o bile değişken. Kastım bu değildi, özümden söz ediyorum.
-Ah, yine bu tartışmayı başlatmayalım. Gözlemciliğini değiştiremediğin müddetçe bana kalkıp da değişim olmadığını iddia edemezsin, algılayamayacak kapasitedesin yalnızca. Akış sürekli ve devingen.
+Devingen.. Uzun bir süredir bu kelimeyi işitmemiştim.
-Sorunu cevaplamak için geldim o upuzun yollardan, sana sonsuz bölü sonsuzun cevabını da getirdim.
+Dalga geçme benimle, bir cevap bulamadığını ikimiz de biliyoruz.
-Bir sorun olduğunu da biliyoruz. Bu defa neler oldu yokluğumda? Bu defa kim terk etti seni?
+Sen.
-Meh, ben buralardayım bir yere gittiğim yok. Köşede bir yerde düşünmekle meşgulüm yalnızca.
+Düşünmekten başka bir işe yaramaz mısın sen, kafan patlayacak artık sen hâlâ neden patladı diye düşüneceksin.
-Sınırlarımı zorlama, geri dönebilirim sorunu sormayacaksan.
+Her şeyi en doğru zamanda bilmek, en doğru zamanlarda yeniden karşıma çıkmak zorunda mısın sen, ne bu bir çeşit büyü mü?
-Görmeyeli spritüelleştin mi sen yahu, bu laflar senin gibi bir karamsara uymuyor.
+Lanet olsun gözlerime de, lanet olsun denizlere de. Kendine duyduğun nefreti düşünmeden ve bir çözüme ulaştırmadan nasıl başka şeyler düşünebiliyorsun hayret ediyorum sana.
-Kendimden nefret ettiğimi kim söyledi?
+Kendini sevdiğini söylemiştin, unutma!
-Geliştirmişsin kendini, eskisi kadar uzun sürmüyor kafandakileri aktarmak.
+Aptalın tekiyim, kafam mı var sanıyorsun? Yüzde bir severken yüzde beş sevmeye başladım yalnızca kendimi.
-Beş kat azımsanmayacak bir rakam. Üstelik sana bir sır vereyim mi?
+Beş katı daha fazla sevmeye başlarsam kendimi totalde %100 sevmiş olacağım. Bu muydu müthiş sırrın?
-Sayılara olan aşkına aşığım.
+Ben de varlığına aşığım.
-Ben yokken aşkın mı sönüyor yoksa kuzum, neler diyorsun?
+Yokluk varlığın zıttı değil sonuçta. Yalnızca varlığın orada bulunmama türü.
-Yüzüme kaç defa vuracaksın burada bulunmadığım zamanları?
+Her fırsatını bulduğumda. Her sorunun özü bir sebep arayışına bağlanıyor, biliyorsun. Bir cevap bulabildin mi bari, neymiş hayatın manası?
-Çözdüklerim var, çözemediklerim hâlâ büyük bir çoğunlukta.
+Yine yok olacaksın yani, yine bir arayış içerisine girecek ve beni yalnız bırakacaksın.
-Senin arayışın da budur belki de, yokluğumun içerisinde kendini bulmaktır.
+Sen zaten bensin, bir parçamsın, nasıl olur da kendimi bulurum sen yokken?
-Demek ki benden ibaret değilsin ki hayatta kalabiliyorsun bensiz. Ne benimsin, ne doğanınsın, ne de bir başka şeye aitsin. Kendin dışında bir aidiyetin yoktur belki de.
+Madem çözdüklerin oldu, bir sonraki yokluğunda şu belirsiz konuşmalarını da mı çözsen?
-Hayat belirsizliklerle dolu, sana bir netlik sunamam kuzum, gerçekten üzgünüm. Seni ne kadar yaraladığını biliyorum hayatın. Sarılmak ister misin?
+İsterim. Uzaklaş benden tam da bu yüzden.
-Niçin?
+Alışmamak için.
-Yani zaten gideceğim için bana sarılmayı ve rahatlamak keyfini ret mi ediyorsun?
+Evet, zerresini sunma bana sevginin. İstemiyorum, şeytan görsün yüzünü. Alışırsam varlığına, her canım acıdığında sarılmaya muhtaç olacağım, dokunma sakın bana.
-İhtiyaç duysan ve geçmişi hatırlayarak avunsan ve bununla mutlu olsan olmaz mı? Canını acıtacak diye hiç yaşama o halde!
+Şikayet eder ve yakınırım öyle olursa. Bir defa dokunmuştu, şimdi niçin dokunamıyorum diye isyana kalkışırım. Geçmişle avunamam, kendime bu kötülüğü yapamam. Etrafımda yeterince kötülük var. İmkanım olsa ölmeyi seçeceğimi biliyorsun.
-Haksızlık edilmişti değil mi sana? Benimle uzun bir süredir konuşmuyorsun. Detaylı bir şekilde konuşmak ister misin, kahve yapayım mı? En sevdiğin çekirdekleri getirdim sana, bir blend yapabilirim damak zevkine uygun.
+Kahveye hayır demem biliyorsun. Etrafımdaki kötülükleri de üstünkörü anlatabilirim, üstünkörü acılar bunlar nasıl olsa. Yaşandı ve bitti bu saygısızlıklar lakin kendime olan saygısızlığım baki.
-Asıl problemin hâlâ kendinle mi?
+Göremiyorsun sanki de soruyorsun bu soruyu. Ukala!
-Seni senden daha şeffaf gözlemleyebildiğimi biliyorsun. Fakat şeffaf halini istemiyorum, senin bakış açınla bakmak istiyorum varlığına. Etrafındaki acılar belki dişi dolduracak kötülükler değillerdir. Fakat acının en hafifinin tesiri bile senin üzerinde ölüm istenci uyandırıyor.
+Lakin bu imkansız, sen ve ben bir değiliz. Beni yorumlayamazsın, aynı şeyleri görmedik.
-Birbirimizden bir parçayız, zor olmayacaktır seni anlamam. Hem sen bana güvenmiyor musun?
+Bir gram güveniyorsam eğer bacaklarım kopsun.
-Yeterince açıktı.
+Yeterince can acıttın. Yeterince suskun kaldın, anlatması gereken sensin. Uzak diyarlardan nasıl hikayeler topladın bana? Neyi düşünüp bir sonuca ulaştın? Hayatın amacını söküp alabildin mi oralardan?
-Yepyeni sorunlar çıktı ve bu konularda çözüme dair bir ipucu yok hiçbir yerde. Hayatın amacını tekrarlayıp durma bana, öyle bir şey yok!
+İnsanlardan da mı çıkmadı cevaplar?
-Henüz deneyimleyemedim, fakat inanıyorum yaklaşıyorum cevaplara. Cevapların insanlardan çıkacağını sanmıyorum, pek iyimser olurdu bu yaklaşım. Pürüzsüz bir nesnellikle yaklaşıyorum.
+İnançlı biri değilsin ki sen, inancın seni bir yere götürmeyeceğini bilirsin.
-Yöndendirebiliyorum kendimi inanıyormuşçasına. Bildiklerim azınsanmayacak düzeyde. Yardım bekleyen insanlar var, hiçbirine dokunmadan usulca yanlarından geçiyorum. Gözlemciyim yalnızca bu diyarda.
+Bana niçin yardıma gelip duruyorsun o halde, bir gözlemci müdahele edemezdi hani?
-Anlatacağım, sen içeri geç ve sigara sar bize. Müthiş bir tütün getirdim sana, muhakkak beğeneceksin.
+Büyük bir zevkle beklerim seni. Varlığın bana hiçlikten başka bir duygu anımsatmıyor nasıl olsa, uzun bir süredir hiçlikte olduğum gerçeğini de göz önünde bulundurursak sana çabuk alışıyor oluşum pek yadsınamaz bir gerçek.
(Aden sahneyi terk eder.)
+Bu sigarayı sarıyorum ve kalitesiz kağıtları tüketip duruyoruz. Bari güzel bir kağıt getirseydin bana oralardan. (Kee kendi kendine mırıldanırken, Aden elinde iki kupayla yanına oturur.)
-Kapat çeneni, beni dinleyecektin hani? (Sinirlenmiştir Aden.)
+Sızlanmayı kesemedim hâlâ. Saygısızlığını kabullenecek değilim, kendine gel. (Öfkeyle sardığı sigarayı masaya fırlatır, gözleriyle Aden'in yaptığı kahveyi süzerken derin nefesler alıyordur. Kendisini korumak amaçlı bacaklarını koltuğun altına indirirken, kollarını bacaklarının üzerinde birleştirerek göğsünü öne doğru verir. Elleri birbirine kenetlenmiş bir haldedir. Aden biliyordu ki bu hareket, uzun bir süre evvel birlikte patlayıcı bir güç yaratmak adına koltukta aynen bu şekilde oturur vaziyette, kolları üst baldırına bastırırken ve elleri kenetli bir şekilde pek çok kez ayaktaki bir rakibi etkisiz hale getirmek için geliştirdikleri ve uzun bir süre üzerine çalışmalar yaptıkları bir hareketti. Bu harekette kilit nokta hız ve dengeydi. Kee, Aden'in yokluğunda ona öğrettiği tekniklerin dışına çıkmamış, patlayıcı kuvvetini artırmak adına yalnızca hız çalışmaları yapmıştı.)
-Birileri geliştirmiş sanırım dövüş tekniğini.
+Daha hızlı ve esneğim. Kaçmam daha da kolaylaşıyor günden güne. Sen yokken boş durmadım.
-Dayanıklılığın ne alemde?
+Zorladıkça zorluyorum kendimi, fakat bir noktada vücudum buna alışıyor ve gücümü istemsiz düşürüyor. Hâlâ sınırlarım var, akışa bırakamıyorum vücudumu.
-Güzel, yeni numaralar öğretebilirim sana bu süreçte.
+Öğretebilirim mi? Öğretmekle mükellefsin sen. Aynı hareketlerde usta oldum.
-Boş yapma, onu da görmek isterim. Ustalaşmadıysan bu hareketlerde, yenilerini öğrenmen çok zor. Dikkatimi dağıttın, sana niçin yardım etmeyi seçtiğimi sormuştun değil mi?
+Evet onca insan vardı, onlara yardımcı olabilirdin fakat kılını bile kıpırdatmadın. Niçin bana yardımcı olmayı seçtin, bunun bizim bağımızla bir bağlantısı var mı? (Meraklı bir şekilde ellerindeki kenetleri çözerek kahve bardağını burnuna yaklaştırdı. Ufak bir sallamanın ardından tadına baktı. Yüzünden ne kadar beğendiği anlaşılıyordu.)
-Bizim bağımız sana yardım etmeye başladığım zamandan itibaren gelişti zaten. Gemi batıyordu, sen sürüklenecek gibiydin. Onca insan suyun içerisinde hareketsiz ölmeyi bekliyorlardı. Sen ise çırpınıyordun, sanki biraz arkadan dürtsem kurtulacak gibiydin. Kurtulmayı istemen seni kurtarmamı sağladı. Kurtulmayı sen seçtin, ben hiçbir şey yapmadım.
+Hayır, bu çok saçma. Sen inanmazsın. Senin inançla bir olayın yok.
-Zaten inanan ben değildim sana. Sen inanıyordun kurtulabileceğine. Senin kendine olan inancın beni hayran bıraktı. Haklısın inanmam fakat sağlam bir inanç gördüğümde aşık olmayı da ihmal etmem.
+Saygı duyulası bir hareket ve mantıklı bir açıklaması var. Sana hiç uymuyor bu mantıklı davranışlar, sen ortadan biranda kaybolmaz mısın?
-Her fırsatta vurmasan mı yüzüme artık? Gaia bile artık sarkastik laflarından bıktı.
+İstediği kadar ölüme yakın deneyimler yaşatsın bana. İstediği kadar travmalar yaratsın üzerimde, istediği kadar kaçsın benden, istediği kadar saklansın. Eninde sonunda bana hiçbir şey yapamadığını görüp vazgeçecek.
-İnadından vaz mı geçsen artık? Bu inat seni dibe çekmekten başka işe yaramıyor.
+Yanılıyorsun, yanıldığın bir konu buldum sonunda. Bu inat sayesinde yaşamaya devam ediyorum ben, bu inat sayesinde gelişiyorum.
-Bu yanılmaktan çok senin bakış açını öğrenmek için diyalektik bir yola başvurmak. Tahmin ettiğim reaksiyonlarının tam zıttını savunuyorum ki, savunduğun görüşlerin özlerini ve sebeplerini öğrenebileyim.
+Senden nefret ediyorum.
-Beni sevdiğini söylemiştin.
+Aforizmaları bir köşeye bırak da söyle, milyonlarca insan vardı çırpınan benim gibi. Nasıl görebildin içimdeki potansiyeli?
-İnancına inanç besledim. Potansiyelin yoktuysa bile oluştu.
+Sana göre potansiyelsizdim ama inançlı mıydım?
-Potansiyelini bilemem ama inancını ve adanmışlığını görebiliyordum çok uzaklardan.
+Bir gün seni ve herkesi şaşırtıp intiharı becereceğim. Potansiyelini aştın, geliştin diyen herkes o an göt gibi kalacaklar. Özü değişmez insanlığın diye kendilerini suçlayacaklar. İş işten geçti artık acı çekti çekeceği kadar eminiz hayatı bırakmaz dedirtmeyeceğim.
-Bu öfke nereden geliyor, kendine mi yoksa bana mı bu kadar kızgınsın?
+Akışa kızgınım. Doğru dürüst gelmiyor bana hayatın akışı, bir bozukluk var gibi. Sistem çökmüş de sanki kaosa doğru yol alıyoruz gibi hissediyorum.
-Sistemin çökmesi seni ne diye etkilesin?
+O sistemin bir parçasıyım istemiyor olsam da. Doğmayı ben seçmedim fakat ölümü ben seçebiliyorum garip bir şekilde.
-İnsanların duyguları ile ilgilenerek çok fazla kendinden harcadın. Bu süreçte çok fazla insana ve çok fazla acıya maruz bıraktın kendini. Tamamen kendi seçimin diyerek seni suçlamak istemem, insanların iğrenç olması senin suçun değil. Yeterince iyi kendini eğitememiş olman da senin suçun değil. Fakat fark etmemiş ve hâlâ aynı şekilde onlara yaklaşabiliyor oluşun seni suçlu yapar.
+Fark etmiş olmama rağmen üzerimde taşıdığım kendilerinden kaçtıkları benlikler duruyor. Sanki yapıştı başarısızlıkları, korkuları bana. Bende onlardan başka hiçbir şey kalmadı geriye.
-Ne kadar yapışırsa yapışsın derinlerde bir yerlerde hâlâ gerçek sen, senin silkinerek kendine gelmeni bekliyor olacaktır. Fakat senin sorunun yalnızca üzerine yapışmış insanlık parçacıkları değil. Kendinden ne kadar çok verdiğini gördük ikimiz de, onlardan uzaklaşmanı sağladı bu. Yapayalnız bir insan olarak hayatına devam etmeyi öğretti sana. Kendi başına kalabiliyorsun, pekâla ne kadar nefret ediyorsun kendinden?
+ Oldukça.
-Neden kendini değiştirmiyorsun, insanlar alışamazlar diye mi? Hiç sanmıyorum. Yalnızca değişime kapalı bir tarafın olduğundan, değişim seni korkuttuğundan adım atamıyorsun.
+Değişimden korkmuyorum ki.
-Hayatında tanıdığın ve bildiğin herkes yok olsa oturur ağlarsın, ağıt yakmak dışında başka hiçbir şey yapamaz hâle gelirsin sen.
+Belki de, fakat uzun sürmeyecek bir ağıt olacaktır bu.
-O halde diğer insanlar da senin kadar önemsemiyorlar seni gibi düşünebilirsin. Ki görüyorum ki nefretle başlamışsın yola. Olduğun kişiyi öldürerek tamamen zıt bir karakter yaratmaya çalışıyorsun başrol için. Gerçekten sorsana o başrole, ne kadar nefret ediyor insanların sefil duygularından. Bir topluluğun içine girdiğinde öldüresiye nefret mi ediyor konuşulan konulardan, yaratılmış çarpık kişiliklerden, bir sonuca ulaşmayan yüzyıllık tartışmalardan? Bir sor kendine, ne kadar nefret ediyorsun sen savaşçı bunca kaosun içerisinde kayıp dolaşan insanlardan? Kendileri ile beş dakika zaman geçiremeyecek insanlar çıkarları için diğer insanları nasıl iki kuruşa satıyor iyi bak suratlarına. Onların suratına kusmalı bu nefreti, onlar benliklerine ulaşamayacak sefiller.
+Yeterli. Ben benliğime ulaşabilecek miyim ki başkalarını oturup eleştiriyoruz uzaktan. Onların hayatlarını yaşamadık, bilemeyiz hikayelerini. İçten içe tiksiniyor bile olsam yine de hatırlatırım kendime, onların hikayelerini onların bakış açıları ve duygularıyla bir defa olsun yaşamadığımı.
-Evet yaşamadın, fakat iyi ve kötü ayrımını kendince yapabiliyorsun değil mi? Doğru olan, yanlış olan ve belirsiz olanlar arasında savrulup duruyoruz. Sen neredesin?
+Ben hiçbirine ait değilim, değişimi savunurum.
-Neden bu haldesin o halde, neden hiçbir şeyi hak etmiyormuş gibi hissederek bir köşeye çekiliyorsun? Bacaklarını göğsüne çekip bir köşede varlığına lanet edip duruyorsun her seferinde. Her seferinde kendine duyduğun nefret, diğer insanlara kıyasla daha da büyüyor. Yapmamaya çalıştıkça daha da içine çekiliyorsun. İçindeki küçük kız hiçbir zaman tamamen tatmin olmayacak, hayatta kalmak için çabalayıp durmaktan başka bir şey yaptığın yok. Her gece ölmek için inanmadığın tanrına dualar ediyorsun, her sabah uyanmış olmaktan dolayı büyük bir korku içerisindesin. Hiçbir yerde, hiçkimseyle birlikte güvende hissetmiyorsun. Konuşabileceğin yalnızca ben varım, kimseye anlatamıyorsun içindekileri. Deniyorsun biraz olsun konuşup derdini anlatmayı ama yine de yargılanacağından korkuyorsun. İnsanların senin hakkında ne düşündükleri o kadar mühim ki, kendin hakkında hiçbir şey düşünemiyorsun bile. Kendine bir gram saygı göstermiyorsun, içindeki kız senden nefret ederdi seninle yeniden karşılaşsa. Bunları da içten içe bildiğin için daha fazla nefret yaratmaktan başka elinden bir şey gelmiyor, değmeyeceğini düşünüyorsun hayatta kalmanın ve ölmenin bir yolunu düşünüp duruyorsun. Biranda, ansızın yok olup gitsem ne güzel olurdu diyip duruyorsun papağan gibi.
+Yeter! Ben bilmiyor muyum bunları, bana beni anlatmayı kes artık!
-Madem biliyorsun, neden değişmiyorsun? Neden bu kişiyi öldürmüyorsun?
+Denemedim mi sanıyorsun, bilmiyor musun kaç defa ölümden döndüğümü?
-Kendini kandırma, ölmeyi hiçbir zaman istemedin sen. Olduğun kişiyi öldürmeye çabalayan bir zavallıydın. Değişemeyecek kadar bağnazsın sen!
+Bağnaz olan sizlersiniz. Kaç defa görmüş olsanız da duygusallığımı, yine de acı vermek için tutturan sizlersiniz. Acınası olan ben miyim ha, sevgi dışında ne verdim sizlere ben? Sizden ne talep ettim hayatım boyunca söylesene? Ne vakit bile isteye canını yaktım birinin, ne vakit üstünüzü açık bıraktım soğukta?
-Her şeyi yapsan da yine de kurtulamayacaksın zavallılığından. Özün değişmeyecek, her daim korkacaksın yaşadığın hayattan ve kaçıp duracaksın.
+Yeter! Kaçmadım hiçbir zaman sizler gibi ben. Mücadele verdim, her gün savaştım.
-Hiçbir sonuç alamadın ama her seferinde tökezledin. İnsan bir sınava yüz kere girmez, aptalın tekisin sen. Aptalsın, kafan almıyor senin yaşananları, aynı hataları yüz kez tekrar edemez bir insan.
+Umudum vardı benim umudum. Sizler gibi sefil bir hayat sürmek istemedim, hayatın mucizelerini ortaya çıkartmak ve kalplere dokunmak istedim.
-Kalplere dokunmak isterken sana dokunanların da kalbine güzellik getirebildin mi bari? Onca şerefsizi kurtarabildin mi? Kurtaramadın, kendin de kayboldun yalnızca. Seni kullandılar, sana zarar verdiler, sana istemediğin şeyler yaptılar ve hiç hak etmediğin sözler duydun hayatına girmiş herkesten. Hayatına girmiş herkes hayatının bir noktasında içlerindeki nefreti sana sunmadı mı?
Herkesin günahı üzerinde değil mi, kimi kurtarabildin söylesene bana?
+Hiçkimseyi kurtaramadım, kendimi de kurtaramadım. Ne yapayım, oturup zırlayayım mı kaderime? Kendi önüme çıkarttığım, seçtiğim insanlar şerefsizler diye ve beni her defasında yıprattılar diye hayata mı küseyim? Hayatta kalmaya çabalıyorum, her gün bir adım atmaya mecalim yokken hayatta kalmaya çalışıyorum ben. Ne için ha, ne için yaşadığımı bile bilmiyorum. Bitse üzülecek, pişmanlık duyacağımı mı düşünüyorsun bu iğrenç hayatın arkasından? Bir gram dokunmaz yüreğime inan ki hayatın zorbalığı. Bir gram ukte yok içimde, seçimlerim hiçbir koşulda değişmedi. Hayat değişti, insanlar ve bana davranışları değişti onlara müdahele edemezdim fakat ben vermem gereken kararları vermiştim. Bir gram fazlasını veya eksiğini yaptığımı düşünmüyorum. Kendime bu konuda kızmıyorum, kendimi çoktan affettim ben bu hususta. Bana zarar vermek istiyorsan sözlerinle daha akıllıca konuşmalısın benimle, papağan misali tekrarlama bildiklerimi!
-Hala korktuğun için kaçıyorsun sözlerimi işitmekten. B1-66Er. Sen bir makinasın. Yazdıklarını okuyayım ister misin sana?
+Hayır bunu yapamazsın, atmış olman lazımdı o defteri çoktan.
-Atmadım, görmek ister misin?
+Hayır. Sus lütfen, duymak istemiyorum.
-Bunlar kendi sözlerin, müthiş uzak tarihler de değiller. Kendi sözlerinden mi korkuyorsun?
+Korkmuyorum!
-Dimle o halde,
"B1-66Er, sadece üretmiş lakin ilham beklememiş. Düşünme, hayata geç. Sadece üretilmiş ve bir ilham beklemiş. Mümkün mertebe kıpırda, üretirsen yemek yemeye ihtiyaç duymazsın. Hayatta kalma derdindeyiz! Mümkün mertebe kıpırda, hareketsizsin."
+O zamandan bu zamana kadar hiçbir şey değişmedi.
-Devam ediyorum hazırsan yüzleşmelere.
"Noli Timere. Demir hapı satıl al. Her detay sana bir cevaptır. Duygularını kontrol edemiyorsun belki ama saklayabilirsin. Matrix has been reloaded. Sevildiğini sandın ve aşka kendini sattın. Yaralamak istedin ve yaraladın. Umursamazsan eğer ben hiç umursamam. Kör ve soğuksunuz. Düşme, ayağa kalk, iyileşeceksin. Güçlüsün, zayıfsın, paranoyaksın, teksin, varsın, yoksun. Zayıflıkla, inatla ve çabayla. Tüm kainatta oluşabilecek tüm güzellikleri geri alıyorum. Yanına birini istiyordun, bir yancı, çünkü artık kendine katlanamıyordun. Yedi ölümcül günah, öfken ve gururun seninle."
+Dur bu son sözler bana ait değiller. Son kısım bana ait olamaz, defterimi ver bana.
-Vermeyeceğim fakat bakabilirsin uzaktan. Bu cümleler sana aitler mi bilmiyorum senin el yazına benzemiyorlar. Unuttun mu çoktan ne halde olduğunu? Başka kim yazacaktı?
+Unutmadım. Fakat bu sözlerin başını yazanın ben olduğuma eminim, kalan kısımları ben yazmış olamam.
-"İlerliyorsun. Eleştirdiklerine dönüşme. Sen zalim olma! Zulme zulümle karşılık veremeyiz biz, vermemeliyiz. Potansiyelin adına çabalamak boşa mı sanıyorsun? Unutma acını! Kimse seni, senin onları önemsediğin kadar önemsemezdi. Seni seviyorum Hazal, acı çektiğin vakitlerde içine daha fazla kapanarak nasıl ağladığını izlemeyi pek sevmesem de bu süreçte olayları daha olgun karşılamak adına çekildiğin sükunete, kendi kendini iyileştirmeye olan çabana aşığım."
+Benim sözlerim değiller bunlar. Bana defterimi ver, el yazımı görmek istiyorum.
-Al, fakat sakın bu deftere zarar vereyim deme! Pişman olursun.
+Bu, bu benim yazım değil. Bu sözler bana ait değiller, sen mi yazdın? Benim tamamlanmamış mektuplarımı tamamlayan biri mi oldu?
"O bohem havanı da, eğlence anlayışını da, esprilerini de, iyileşirken tökezleyişlerini de çok seviyorum."
-Kim o halde bunları yazan?
+Bilmiyorum fakat mektup devam ediyor. "Sessizce tutmaya devam et yasını ama ölüler konuşamaz. Sesim çıkmıyor fakat el yazımı tanırsın. Ya kalbin tekrar onu isterse? İstemez! Hain. Kafan mı karışık senin şu günlerde? Kış uykusundasın sanırsam, kapatmışsın kendini odaya. Nasıl geçiriyorsun günlerini, yoga yapıyor musun? Ölçülü bir yas tuttuğun. Görüyorum ki pek etkilendin, pek canın yandı. Hâlâ acımaya devam ediyor mu? Benim pek umurumda olmamıştı açıkçası canın. Öfkelenme bana, herkes kusurlu bir noktada. Öz-disiplin, öz-saygı, öz-şevkat diye diye yükledim senin kafana kendi eksikliklerimi. Çıkarttım sopamı, senden çıkarttım hayatın yaptığı adilikleri kollarından. Elini kesmeye çalıştım, bayılttım seni. Kaç defa vurduğum senin aklındadır, ben unuturum bakma sen bana. Özür de dilemek için yazmıyorum sana bunları. Yaşananlara bir etkim yok, yaşanmamışlar da belirsiz nasıl olsa. Bende yok sendeki sükunetli karşılama. Ellerim yine gider bir başkasının boğazlarına. Yırtıldı bak tişörtüm, kafana geçirdikten sonra. Isırmamalıydın. Çırpınmamalıydın ve bağırmamalıydın bana. Korkuların ne alemde, yemek yiyebiliyor musun artık? Ben yine pişiriyorum bir şeyler, özleme beni boşuna. Tırnaklarımı yiyorum yokluğunda, iyileşme sürecini en yakından ben takip ediyorum. Yarattığım kaosu bir düzene sokacaksın diye ödüm kopuyor."
Hayır, yapmış olamaz. Bu sözleri yazmış olamaz. Benimle dalga geçmek için mi getirdin bu saçma defteri?
-Hayır, kendine gel! Senin sözlerin sanıyordum ben. Hem benim yazıma benziyor mu bir baksana. Ben bilmiyordum, kimden olduğunu da bilmiyorum ve neden bilmiyorum? Kim bu, bana doğruları söyle! Benden bir şeyler saklayamazsın sen, herkes yapar bunu ama sen bunu yapamazsın!
+Benim el yazımı bilmiyor musun sen? Hayır okursam kafayı yerim, al ve yok et şu defteri. Yok et gözümün önünden, okumayacağım. Bahane istemiyorum, bahane istemiyorum, bahane istemiyorum! Defol git, sana yalan söylediğim falan yok! Bu sözleri o yazmış olamaz gerçekliği çarpıtıyorsun. Beni kandırıyorsun, beni kandırıyorsun, beni kandırıyorsun!
-Bahane yok. Bahane yok. Bahane yok. Sakin ol, sakinleş lütfen. Ben sana hiçbir kötülük yapmadım, benim. Hatırla beni, ben sana hiçbir zaman yalan söylemedim. Güvendesin benimle yalnızca sakinleş lütfen. Sen de biliyorsun destek alman gerekiyor, o günler adına bile olsa. O gün dışında her şeyi paylaştın benimle, bende yalnızca o gün neler hissettiğinin bilgisi var. Benimle bile paylaşmadığın bir travma bu, yardım alman gerekiyor.
+Bilmediklerin hakkında bir daha o çeneni aralayayım deme.
-Bilmediklerim mi, benim bilmediğim hiçbir duyguyu yaşamadın sen.
+Evet, uzun bir süre için böyleydi. Fakat yoktun. Gittiğinde yaşananları bilmiyorsun.
-Hayır, gittiğimde dahi biliyordum ben ne yaşadığını. Ne hissediyorsan ben de aynı şeyleri hissediyorum unutma, bu istemediğimiz de olsa bir özel yeteneğimiz. Bu bağı kurmadan evvel düşünecektik bunu, fakat hissetmediğimi söyleyemem. Bu lanet kalkana kadar senin her adımından haberdarım ben. Yalnızca ne yaşadığını bilmiyorum, ne hissettiğin benimle.
+Yanlış. Bu bir lanet değil. Seni ben yarattım, ölmek istediğim gün ortaya çıktın sen.
-Varlığıma sövecek değilim, bu lanetle aram gayet iyi.
+Elbette iyi, bir hiçim ben. Ölmek istediğim gün fiziken ölmesem de ruhen o günde takılı kaldım ben. Beni tanıdığın günden beri ben bir hiçken benimle vakit geçirmesi epey basittir. Elbette iyi olacak aran bu lanetle, tek yaptığın kaçıp gitmek. Yalnızca nadiren uğrayarak, bütün o büyük sorumlulukları almayı reddederek yukarıdan bir havayla yaklaşarak nasıl yaşamam gerektiğine dair öğütler verecek olsam birine benim de keyfim yerinde olurdu.
-Saçmalamayı kes. Kendi akıl sağlığım için uzaklaşıyorum, seninle bir ilgisi olmadığını biliyorsun. Ayrıca seninle o gün hakkında konuşmak için gelmedim buraya, o gün hissettiklerini hatırlamamak istediğini biliyorum. Sana bir kez daha zarar vermem, yeterince zarar gördün. Eğer kimin yazdığını biliyorsan, okuman gerekiyor güvenli bir alanda. Bana dürüst ol, ben yokken daha fazla mı güvende hissediyorsun?
+Hayır. Sen yokken daha az güvende hissediyorum. Varlığın bana huzur veriyor, beni bilen tek kişisin.
-O halde bana güven, iyi olacaksın. İçindeki cesareti bana da göster fakat daha mühimi kendine göster ve mektubu okumayı bitir. Yok etmeyeceğim o mektupları, bunlar senin sözlerinle dolu yazılar. Kim gelip müdahelede bulundu umurumda bile değil, yine de senin sözlerini içeriyorlar. Korkma artık o kişiden, ben yanındayım.
+Yanımdasın fakat olmayacaksın.
-Ben olmasam bile, sen yine kendi başına olacaksın. Kendine güven biraz, hem işler sarpa sararsa hissederim zaten ben hemen gelirim. Durumun ciddiyetini kavrayamamıştım, üzgünüm. Bir sonraki gidişimi erteleyeceğimi biliyorsun, yanındayım bu süreçte. Fakat yüzleşmek zorundasın kendinle ve yaşadıklarınla. Bunu yalnız başına yapma, izin ver yardımcı olayım sana.
+Devam edeceğim kabul, fakat bir şeyler içelim. Hemen ardından sızmak istiyorum, kabul mü?
(Aden saçma sapan bir kahkaha attı.)
-İstediğin tek şey bu mu gerçekten? Sana binbir çeşit içki getirdim, hiçbirinin yüzüne bakmadın. Fakat öyle emindim ki onları bir noktada isteyeceğinden. Gel benimle, toplayalım şu kahveleri. Sen içkileri ayarlarken ben de atıştıracak bir şeyler hazırlarım yanına. Sonra birlikte Children of Bodom dinleriz.
+Anathema! Lütfen, Anathema dinleyelim eskiden olduğu gibi. Hatırlıyorsun değil mi, birlikte resim çizerken mırıldanırdık. Bir noktada dans etme dürtüsü gelirdi ikimize de, ellerimi tutar fısıldamaya başlardın Deep'i.
-Bağladığın saçlarını açardın o noktada, eksik olmazdı saçların göğsümden.
+Lütfen, eski günlerdeki gibi olsun her şey. O zamanlar güvendeydim. Gideceğinden bihaberdim. Lütfen o günlere dönelim.
-Ben hiç gitmedim, gidemem. Beni sen yarattın.
+Şizofrenmişim gibi davranma, evet o noktadan sonra varoldun. Fakat gerçeksin iyi veya kötü. Şizofren değilim ben.
-Değilsin, şizofreni böyle bir hastalık değil. Ben senden bir parçayım yalnızca. Gitmem gerektiğinde yok oluyorum.
+Şu an var olman gerekiyor.
-O halde kaldır o güzel poponu da yardım et bana.
(Sahneyi terk ederler.)
(Karanlık sahnenin arkasından bağrışma sesleri duyulur.)
+Hey you, rotten in your alcoholic shell!
-Banging on the walls of your intoxicated mind!
+Aden kaçma, gel buraya! Ben yaptım bu kokteyli, içmek zorundasın! En azından tadına bak!
(Aden koşarak sahneye girer.)
-Hayır, peşimi bırak kadın! İçine her şeyi koydun, onun içinde bir tek babaannem eksik. Ben onu içer miyim, defol git peşimden.
+Aden gerçekten çok güzel oldu, en azından bir tadına bak ya!
-Onun içinde bütün dünyanın şeker ihtiyacını karşılayacak kadar çok kalori var, ağzıma bile sürmem onu ben. Uzaklaş mutant kadın.
+Kıtlığı çözeceğim belki ben karışma bana, ya bir defa tadına bak ne olursun bayılacaksın.
-Evet onu içersem şeker komasından bayılabilirim.
+Ya bir kaşık esmer şeker attım diye ne tantana yaptın. Bakmayacak mısın tadına?
-Tamam tamam, getir içeceğim ama kova da getir.
+Kova ne için?
-Kusarsam yedekte dursun.
+İğrençsin ya, içme istemiyorum.
- Şaka yapıyorum, getir bakacağım.
+İçme gerçekten, bırak hepsi benim.
- Her şey senin zaten kuzum, ben de dahil olmak üzere. Uzat tadına bakayım, elinden bir şeyler içmiyorum uzun bir süredir.
+Al bakalım, gerçekten beğeneceksin. Ekşi tatlar daha baskın sonuçta hem içinde vodka var bayılırsın sen şekersiz vodkaya.
-Gerçekten geliştirmişsin kendini. Efsane olmuş tadı.
+ Demiştim sana, neden uzatıyorsun ki mevzuyu? Bir defa güvensen bana olmuyor sanki.
-Kuzum ben sana hep güveniyorum, çevreye güvenmiyorum şimdi ben nereden bileyim etanol miktarı ile oynamadıklarını, şeker pancarından yapıp yapmadıklarını?
+ Bu kadar fazla düşünme her şeyi, kafan bom diye patlayacak.
-Naşıl patlayacak naşıl, bom mu? Ahahah, hala çok tatlısın.
+Tatsız birine de dönüşebilirim istersen. O yüzümü görmek istemezsin diye düşünüyorum.
-İstemem fakat tatsızlaşmak isterim. Sinirlerini bozmak çok güzel. Böyle eğlendiğini görmek çok hoşuma gidiyor olsa da mektuba devam etmemiz gerekiyor. Yavaş yavaş gidebiliriz, nasıl istersen sen.
+Farkında mısın, birbirimize öyle zıttız ki.
-Hangi manada bir zıtlıktan söz ediyorsun, ikimiz de birbirimizden parçalar taşıyoruz.
+Hayır, kastım bu değil! Kaos ve düzen düzlemlerini düşün. Bizim ürettiğimiz düzlem vardı ya, certainty ve uncertainty.
-Evet hatırlıyorum, kaos ve uncertainty arasında kalmış ruhlardık.
+Evet belki ikimiz de aynı düzlemde hayatlarımızı sürdürüyoruz ama senin temsilin ve benimki bambaşka. Sen kaos, ben düzen. Sen bilinçaltıysan ben de bilincim.
-Osho diyorsun.
+Önyargılı olma, sen bilinçaltısın. Bilinç kısmı bende. Kavramları karıştırmıyorum bilinçdışı dediğimiz sende, tam olarak hakimiyet kuramıyorum bu bilinç mevzuna fakat bildiğim kadarıyla temsilin bilinçaltı.
-Ne olduğumu mu sorguluyorsun yoksa seninle ne kadar benzeştiğimi mi?
+Sanırım ikinci, kıyas yapıyorum. Fakat kötücül amaçlarla değil, kötücül bir çıkarımım da yok. Düzenin olduğu yerde kaos eksik olmaz, hayatımda sana ihtiyaç duyuyordum.
-Benim varlığımın da sana ihtiyacı var. Tek başına kaos güzelse bile bir düzene ihtiyaç da duyar.
+Ve yine ying ve yang gibi misali kaosun da kendi içerisinde tutarlı bir düzeni yoktur diyemeyiz.
-Hayatları darmadağın olmuş iki insanız, bizden iyi bilecek yoktur kaosun kendi içerisindeki düzenini. Akla yatmıyor belki fakat yokluğunu da inkar edemeyiz.
+Sonsuz bölü sonsuz.
-Sonsuz bölü sonsuz. Bırak kaos olsun.
+Bırak düzen varlığını sürdürsün.
-Bırak duygular çıksın bilinçdışına.
+Bırak bilincim karar versin bu muktedir olaylara.
-Bırak duygular patlasın benliğinde.
+Bırak kontrol edeyim, rafları temizleyeyim izninle.
-Beni öpmen gerekiyor bu noktada.
+Öpemem, sen kaossun.
-Düzene sadık kalamazsın her daim. Duygular bu sebeple rahatsız ediyor seni.
+Sadık kalabilirim, hislerimi kontrol altında tutabilirim ve yapmalıyım da.
-Benden kendini korumana gerek yok, endişelenme. Kee sen, bu lafı kimseye söylemedim daha evvel ama sen değişime şahitlik edebilecek sabitliktesin. Gözlemleyebilen varlık ancak ve ancak düzen dışı ve düzenin bir parçası olan biri olabilirdi. Bu sende fazlasıyla mevcut.
+Sabit ruhları kırabilecek değişkenliktesin. Hareketsizliği gözlemleyebilen bir hareketli. Durağanlığı tarif et bana, hareketli bir gözlemci olarak durağanları yorumla bana.
-Senin olayın daha ilginç. Sabitken hareket eden varlıkları gözlemleyebiliyorsun, sen anlat.
+İki boyutlu bir düzlemde hareket alıyorsunuz, ötesini kavrayamam.
-Kavramak ister miydin? Hareketlenmek ister miydin?
+Durağanlıktansa hareketliden daha fazla hareketli olarak seni yorumlayabilmek isterdim.
-Basit bir fizik sorusu sordun. Ben daha hızlı gidiyorsam sen de hareketliysen ama benim kadar hızlı değilsen seni yavaşlıyor göreceğim.
+Hareketlerimin farkında olacaksın. Bilmediğin yerden geldi.
-Farkındalığım azalacak. Durağan biri daha net yorumlayabilirdi. Sen de durağanlığından bihabersin. Belki ilerliyorsun fakat benden daha yavaşsın. Bu da sana dair yorum yapmamı kısıtlıyor.
+Haklısın. Ağaçları sevmek için bir süre beklerim ben.
-Ağaçlar yolumu kestiğinden yolumdan çıkartırım onları.
+Vahşi bir bakış açısı, kendini yüceltme artık bana.
-Sen o mektubu okuyana kadar seninle inatlaşmaya devam ederim ben.
+Şu anki tanıklığın nedir? Hislerinin yarattığı kaos ne alemde?
-Durağanlığa adım adım yaklaşıyorum. Hızımı yavaşlattım. Uzun bir süredir enerjimi epey harcadım. Yedekte kalan enerji ise sizlerden uzakta yetişebiliyor yalnızca.
+Sizler mi, başka kimin parçasısın sen?
-Sizlerden kastım, siz insanlar. Boğucu geliyorsunuz böyle durumlarda.
+Dış etkenler boğuyor seni, enerjini sömürüyor. Özdeşleştiğin davranışlar bunlar, bırak sen de bir köşeye onları.
-Bırak mı? Durağanlıkta olan sensin, ben sürekli hareket alıyorum. Her defasında değişiyor benim özdeşleştiklerim. İnsanlarla veya insanlarsız da varlığımı sürdürüyorum. Durağan biri için daha zordur bu.
+Zihnimi ben de senin kadar sınırlandırıyorum.
-Sınırlandırmasan ne olurdu ikimiz de biliyoruz.
+Ben bilmiyorum, kestiremiyorum açıkçası kendimi. Böğürelim mi biraz? Ben mektubu okumamak için her şeyi deneyeceğim sanırım.
-İstediğin kadar beklerim ben, yanındayım sen güvende hissedene kadar.
+Sonra gideceğin için kendimi şartlayarak asla güvende olmazsam bu plan sıçıyor sanırsam.
-Gitmeyeceğim, birlikte gideceğiz bu defa. Birlikte daha güçlü düşüncelerimiz, sana ihtiyaç duyuyorum açıkçası. Durağanlıktan çıkartacağım biraz seni fakat beni tanıyan tek kişi sensin. Bana bu iyiliği yapacağını düşünüyorum.
+Bunları düşünemeyecek kadar sinirli zihnim.
- Hadi ama sinirini yumuşatmıştım. Slipnot mu istiyorsun? Testamente ne dersin, biraz gaza geliriz.
+Ortama uymadığının farkındayım fakat ben de ne istediğimden emin değilim. Yalnızca gerçekten böğürmek istiyorum seninle.
- Amorphis? Böğürtebilir bizi sanki. Uzun bir süredir senin yanında değilim, zevklerin değişti mi bilmiyorum.
+Amorphise bayılıyorum hâlâ fakat sözleri beni kötüleştirebilir. Sevdiğimiz parçalar hatırladığım kadarıyla böğürürken beni ağlatabilecek kıvamdaydı.
-Amorphisi de eliyorum o halde. Güzel bir liste oluşturalım seninle. Gece böğürmeli devam etmeyecek kuzum maalesef. Bir noktada Amorphisi ekleyeceğim, bir noktada o gözden o gizlediğin yaşlar akacak.
+Sen varken akmaz ki. Akamaz yani o kadar duygusallaşamam, güvende hissederim.
-Bana ne kadar güvendiğini, aynı zamanda bana hiç güvenmiyor olduğunu bilsem de bir noktada birlikte duygusallaşmamız gerekiyor ve bunu birlikte güzel bir şekilde icra edebiliyoruz.
+Böğürelim önce hadi.
-Dur sakin ol, Soilwork açıyorum ben ya.
Cherish your mental weapons.
+Sonraki şarkı Distortion Sleep olsun.
-Bir de duygusallaşmayacağım diyorsun.
+ "Nobody gives a damn!"
- "Their hunger never ends!"
+ Ağağağağağağağ
-Tamam tamam, duruluyoruz. Sesini kısıyorum, böğürmek istedikçe böğür sen. At the gates falan da ekledim sonlara doğru duygusallaşabilirsin sürpriz olsun onlar.
+Kesin Nocturnal Depression falan açacaksın. Ya da Opeth'ten kalbime gireceksin.
-Opeth kozum her daim yedekte bekliyor kendisini göstermeyi.
+Advent Sorrow? Dimmu borgir? Kataklysm? Hayır Soen falan mı ekledin?
-Beni neden bu kadar iyi tanıyorsun ki? İşte bu saydıkların sebebiyle bile olsa seni hayatım boyunca asla bırakmam ki ben. Senin muhabbetinin verdiği değer gerçekten başka.
+Tamamen aynı zevklere sahibiz ve bu yıllardır değişmedi. Yıllardır çok şey değişti, dünya git gide büyüyor, her saniye evren genişliyor ama biz hala aynı zevklere sahibiz. İnan ki ben de şaşkınım.
-Alışkanlıkları severiz ikimiz de, bağ kurmayı da. Five Finger Death Punch desem yükselmeyecek misin sanki hâlâ?
+Yükseleceğim elbette. Katatonia seviyor muydun sen?
-Manyak olur bir de üzerine yalarım Katatonia'yı.
+Tamam işte, sonra neden yalnız hissediyorsun kendini. Yamacıma geldiler ama gidemedim kimse yok yanımda diye.
-Ben de gitmedim ki. Seninle veya yalnızlığınla bir ilgisi yok kuzum, Türkiyenin büyük bir kesiminin metale bakış açısı ile alakalı. Hala insanlar satanist olduğunu, kedi ayinleri yaptığını düşünüyor black metal dinleyicilerinin. Çoğu konser göt kadar yerde yapılıyor zaten, bu adamların bu ülkeye gelmesi mucizevi olduğu için anında tükeniyor haliyle biletler.
+Evet insanların bakışları gerçekten bu şekilde, akıl sağlığım için uzak durmayı seçiyorum topluluklardan. Hem hiçbir güvenliğim de söz konusu değil toplu bir yerde Türkiye sınırları içerisinde.
-Üzgünüm kuzum, böyle bir ülkede büyümeni istemezdim.
+Ülkemi seviyorum, Atamın kurduğu Cumhuriyeti de seviyorum fakat ülkemin insanlarını sevmemeyi seçtiğim için gerçekten üzgünüm.
-Aklı olan sempati duymaz zaten. Biraz okumuş biri bile rezaleti az çok fark eder sohbetler arasında.
+Sohbete de gerek yok, tavırları anlatıyor pek fazla şey.
-Ustalık gerektiriyor aslında bu, uzmanlaşman gereken mevzulardan.
+Ülkem sağ olsun gözünden anlayabiliyorum artık kim sapık, kim tehlikeli, kimden uzak durmalıyım.
-Canın sağ olsun kuzum senin.
+Geçmişte daha güzelmiş her şey. Geçmişte daha güzel her şey. Geçmişe yollasana beni, fakat bu defa başarılı bir intihar gerçekleştirebileyim.
-Ölmek mi istiyorsun, geçmişte yaşamak mı?
+İkisini de. Mümkünse birazcık da tekila.
-Tekila verebilirim, sana geçmişi yaşatabilirim ama seni hayatta tutma mecburiyetindeyim maalesef.
+Gerçekten ölmek de istemiyorum ki, iyileşmek istiyorum yalnızca. Yalnızca iyileşebilmek, bunu keşke anlatabilsem sana.
-Küçümseme benim anlayışımı. Hissediyorum ne hissettiğini.
+Unutuyorum bazen, öyle duygusuz bakıyorsun ki çoğu zaman ben bu kadar acı çekerken ve sen bu hisleri birebir benimle birlikte yaşarken nasıl dışarı yansıtmıyorsun merak ediyorum.
-Ben de acı çekiyorum fakat uzatmıyorum acımı. Yaşandı bitti, başka bir his yaşayacak şimdi diyorum. Üstelik bu süreçte sen ufak ufak iyileşirken hislerin hiç olmadığı kadar taze ve tatlı hissediliyor.
+Neredeyse öveceksin beni acı çektiğim için.
-Kendini korumak için yapman gerekenden bir gram eksiğini yapmadın sen. Seni ne ayıplarım, ne kızarım sana, ne de göz ucuyla süzerim seçimlerini ben. Sensen söz konusu unutma törpülediğimi kendimi.
+Saygım sonsuz, sevgim sınırsız, öfkem hiç geçmeyecek türden, nefretimse sana duyduğum aşkla bir.
-Diyalektik kişilikler, diyalektik hisler, diyalektik yaşanmışlıklar.. Biz de böyle bir ikili olalım, ne olacak?
+Bi kadeh daha içelim iyisi mi. Ayık baş edemem ben bu kadar hisle.
-Anıları bir kenara bırakalım mı uzun bir süre kuzum. Ben yanında olmayı özlemişim. Biliyorum merakıma yenik düşüp mektup diye tutturdum fakat seninle olan sohbete ne kadar aç olduğumu fark ettim. Yalvarırım bugün bu gözden anılar adına bir damla gözyaşı akmasın. Mutluluktan aksın, konuştuğumuz duygusal bir konudan aksın, birazdan şişireceğim balonu gördüğünde duygusallaş ama geçmişte benim olmadığım zamanlardaki acılarını şimdilik rafa kaldırsam olur mu? Gerçekten seninle sohbet etmeye ihtiyacım var.
+Çok mu tatlı geldi şu an, yüzeysel görmez miydin sen böyle sohbetleri?
-Seninle asla! Yediririm o lafı sana da kendime de. Asla yüzeysel olamaz bu hisleri yaşatan bir sohbet. Her duyguya sahibim, hepsi kontrolümden çıktı belki ama ne fark eder, yanımda sen varsın.
+Senin olsun bütün karmaşa. Ben durağan kalacağım bu hayatta.
-Sükunetle karşıladığın tüm acıları yüreğimde saklıyorum endişelenme.
+Saklama, bir faydası olmayacak saklamanın.
-Seni hissetmem için gerçek manada bütün hislerinin benimle birlikte olması gerekiyor. Muhafaza edeceğim ömrümce bütün bastırdığın hislerini.
+Belki şu an öpüşebiliriz.
-Acını hafifletmeye çalışıyorsun. Buna başvurma, içinde olduğun durumun tadını çıkart. Sömürme, daha fazlasını talep etme, farklılaştırma. Olanı özümse.
+Olanı özümse. Ne güzel söyledin. Onca arayış içerisinde olanı özümsemeyi hep kaçırıyoruz.
-İnsanlar korkularının arkasına sığınırlar, akıp giden yaşamı kaçırırlar. Anın kıymetini bilmez, bir saniye öncesine pişmanlık duyarlar. Biz onlardan değiliz.
+Persephone.
-Persephone diyorum evet. Hapis değilsin Persephone.
+Tadını çıkartırken bile acı hissediyorum.
-Bunun için üzgün değilim. Ben hep geceyarısına aşık yaşayacağım.
+Saturnus.
-Zaman pek kıymetli Kee. Her bir anı farkında olarak yaşamak büyük bir çaba gerektiriyor.
+Kapılıyorum yine de, ne olursa olsun kapılıyorum. Farkındalığım değişken, nasıl çivileceğim olduğu yere.
-Herkesin deneyimi başka biliyorsun. Çivini de, neyle sabitleyeceğini de, sabitleyip sabitlemeyeceğini de sen belirliyorsun.
+O halde söyle binbir diyardan getirdiğin bilgelik ışığında, coğrafyam hüzün mü?
-Her daim. Her daim mutluluk, her daim sadakat, her daim hüzünsün sen. Senin dansın hisler. Senin kaçışın aşk. Senin güzelliğin korkaklığın. Angeli. Melekler feyz almalı senden, nasıl oturduğuna bir bak. Tavırlarını bir seyret uzaktan. Tanrı varsa duygularla yoğurmuş varlığını.
+Melekler senden feyz almalılar asıl. Nasıl yalakalık yapılır dersi verebilirsin onlara, numaralarını tanrıya gösterir belki onlar da.
-Komiksin. Bir kadının beni güldürmesi beklenmedik bir durum aslında.
+Sen gülme ya, ciddiyet dolu anlatımlarım seni hep güldürüyor zaten. Çekiniyorsun sözlerimden, içine kaçmak istediğin noktada gülerek uzaklaşıyorsun sohbetten.
-Kesinlikle uzaklaşmak istemiyorum, içine çekilmek istiyorum aksine.
+Neden insanlar kabak yiyorlar? Niçin zararlı bir alışkanlığı yapmamanın açıklaması yapmayı açıklamaktan daha basit? Böyle saçma konular konuşmayı bekliyorum seninle, hayatın sırrını falan vereceğin yok bana.
-Elbette vermeyeceğim, bulsam kendimi kurtarırdım önce. Son soru ile başlamak istiyorum bu saçmalık serüvenine selam olsun Camus. Çünkü adı üstünde zararlılar. Yapmamanın sebebi çok bariz. Asıl soru zararlı eylemleri niçin insanoğlu yapmaya devam etmiştir ömrü hayatı boyunca, bu sanırım. Niçin ayaklarımız üşüyor demek gibi bu söylediğin. İnsanlar kabağı yemiyor, kabağın çekirdeğini bile çitliyor. Kabağı bütünüyle sömürmeyi seçiyorlar.
+İnsanoğlu salatalık yemekten bıktığı için mi kabağa yöneldi?
-Salatalıkların çekirdekleri de hoş ama bir noktada ayçiçeğine ambargo uygulamış ve kabak çekirdeğini galip kılmış insanoğlu.
+Ben hâlâ ayçekirdeği ve salatalığı, kabak gibi bir saçmalığa tercih ederim. Salatalığın çekirdekleri bazen ayçekirdeğini bile geçebiliyor gözümde.
-Hayata bir kabak gibi bakmalı o halde.
+Bu ne demek? Senin yerine salatalık ve ayçiçeği çekirdeğini mi tercih etmeliyim diyorsun.
-Her lafı mabadından anlamasan olmaz mı?
+Bu hayatta kabak olmak için nasıl bir sebep var?
-Onu diyorum ben de, insan olmak için bir sebep var mı sanki kabak olmayı düşünüyoruz? 'Aşkım solucan olsam da beni sever miydin?' şeklinde dolaşan onbeş yaşındaki ergen kız taklidi yapma bana. Hayat saçmalıktan ibaret zaten, sen de kabak oluver.
+Cık, kabağı tercih etmem. Sulu bir salatalık çekirdeği olmak ve insanların ağzında patlayarak, midelerinde huzurlu bir şekilde sindirilmek isterdim.
-Kabak bile çoğu yerden bana hayat dersi verebildiği için kabak olmak isterdim. Düşük kalorili ve besleyici, lifli bir defa ve bünyesinde birçok vitamin ve mineral taşıyor. Emektar kabak. Salatalık öyle mi, su gibi.
+Bir defa salatalık, kabaktan çok daha havalı. Kelleşen erkeklere kabak gibi çıkmış kafan demiyor muyuz biz? Sohbet kötüleştikçe kabak tadı verdi, denir. Görülmesi ve algılanması çok basit olmasına rağmen algılanamamış olaylara karşı kabak gibi önünde cevaplar, denir.
-Salatalık çok mu farklı sanki? Salatalık dediğin şey seni her kahvaltıda domatesle aldatan bir canlı.
+Hayır domatesi ellerimle ben keserek yanına koyuyorum.
-Evet ama o kadar sefil ki önce domatesler tüketiliyor güzelliğinden, tabakta her daim bir iki salatalık parçası kuzu gibi yatıyor. Dolaba kaldırılıyor sonra yenilir diye, o orada domates suyuyla birlikte pörsüyor babaannem gibi. Hiç acıkmadığın, bir şeyler atıştırmak istediğin bir anda pörsümüş salatalık parçacıkları her ne kadar iğrenç bir tatta olduğunu biliyor olsan da ağzını doldurmak adına yenip bitiriliyor. Bitirilmezse eğer annelerimiz gözlerine maske niyetine dibine kadar kullanıyorlar onu. Kabuğu soyuluyor keza yine maskeler yapılıyor. Salatalık dediğin sudur.
+Kabak kayıp bir defa, kayıp bir sebze. Arada kalmış ve formu tamamen gelişmemiş kabağın. Salatalık gibi yediğinde ağzını dolduran bir yapıya sahip değil, kızartmasına belki laf edemem ama kızartması dışında hiçbir çekiciliği yok.
-Kabak yemeği sevmiyor musun ya, müthiş bir yemektir o. Sarımsaklı yoğurtla da birleştirirsen gerçekten efsane olur.
+Sarımsaklı yoğurt dökeceksem eğer demek ki kendi başına tadı tuzu olmayan saçma sapan bir sebze.
-İskenderin üzerine de yoğurt geliyor, o halde üzerine yoğurt dökülebilen her şey daha alçak kademede bir besin oluyor? Kendi başlarına bir tatları olmadığını mı iddia ediyorsun?
+Evet yahu kabak tadını bastırmak için var o yoğurt. Aklına sevdiğin sebzeleri sayarken gelebilecek son sebzelerden. Normalde bir boka benzemeyip, piştiğinde güzelleşen sebzelerden biri alt tarafı. Bir numarası yok kabaklığın.
-Yanıldığını düşünüyorum bu kadar kabak düşmanı olduğunu bilmiyordum.
+Ben de hıyarı yalnızca sudan saydığını bilmiyordum. Hıyara karşı bu kadar önyargılı yaklaşmamalısın. Kahvaltının, salatanın vazgeçilmezidir o su dediğin sebze.
-Sen normal şartlar altında bir yudum suyu zor içebildiğin için gün boyu hıyar dişlesen yeridir.
+Sen de kabak dişle gün boyu. Zevk yoksunu insan. Salatalığa laf ettiremem.
-Emektar kabağa da ben laf ettirmem, kaç gece beni açlıktan kurtardı minicik bedeniyle.
+İstinaf mahlemelerinde yargılanacaksın, hıyar hakkında söylediğin hakaret içerikli sözler üzrine şahitlik edeceğim.
-Meh, zaten pek görünmiyorum insanlar içinde. Kabağı hıyara tercih ettiğim için yıllardır içerisinde yaşadığım Türkiye Cumhuriyeti Adalet Sistemi eğer beni cezalı bulacaksa, yıllardır ödediğim vergilerim ismini bile işitmediğim meyve ve sebzeleri tüketen o müthiş varlıklı insanların banka hesaplarında tüketiliyorsa eğer bırak da müebbet alayım.
+Seni azat ediyorum bu sözlerinden sonra. Saçma sapan eğlenirken bile ruhumu kıracak bir noktaya dokunmayı becerebiliyorsun.
-Senin ruhun kırılmaya pek müsait.
+Benim ruhum çok sıkıldı artık her şeyden. Hıyar bile paklamaz beni, bütün kabaklar senin olsun. Yarın kabak tatlısı pişireyim sana, şerbetlice güzel bir yersin.
-Niçin? Ben sana çırpınıyorsun diye yardım ettim, fakat sen niçin bana bu kadar naif yaklaşıyorsun hiç sormadım.
+Sen naif biri değilsin değil mi sözde? İnsanlar seni tanıdıklarında, Aden naif biridir diyorlar mı arkandan? Seni daha evvel hiç naif biri olarak adlandıran oldu mu?
-Düşünmem gerekiyor fakat hayır sanırım. Genelde beni yeni tanıyan insanlar naif olarak adlandırmaktansa soğuk ve mesafeli biri olarak görürler. Biraz tanıdıktan sonra ise yine naif olarak tanımlamazlar. Rahatsız edici espriler yapan, kırıcı, çoğu zaman dikbaşlı şeklinde çok tanımlandım.
+Haklısın, ilk bakışta mesafeli görünüyorsun. Fakat seni tanıdıkça ve yaşadıklarına birebir şahit oldukça daha iyi anladım kişiliğini ben. Yaşadığın her zorluğu naif bir gülümsemeyle hafiflettiğini ne kadar az insan fark edebiliyor. Zorluklar karşısında yaptığın gülerek bu durumu kendinden uzaklaştırma çaban ise başlı başına naif yapıyor seni. Naif biri değilsin belki fakat yaşadıklarına karşı naif davranmaya çabalıyorsun. Kendini sevmiyor olsan da, ki kendine tapıyor gibi görünüyor olsan da, kendine karşı da naif davranmaya özen gösteriyorsun aslında.
-Farklı bir bakış açısı. Naiflik demezdim gülümseyerek hafifletmeye çalıştığım acılar karşısındaki tavırlarıma. Ben olsam korkaklık derdim. Sen duygularını birebir gösterebilirken, ben senin kadar cüretkar olamıyorum hislerimi paylaşma noktasında.
+Seni takdir ediyorum bu hususta. Seninle belki de tamamen zıt oluşumuzun kaynağı da burada. Seni niçin özel kıldığımı sorma bana. Bunu sığdıramam kelimelere, özelliğini yitirir cümlelerle ifade etmeye çabalarsam. Benim için hıyar gibisin desem çok mu kırıcı olur?
+Aksine mutlu olurum. Sen de kabak gibisin benim için. İçinde bir hazine yatıyor, dışarıdan pek sevimsiz görünen yeşil bir sebze gibisin.
-Meh, çok yüzeyseldi.
+Yine sevdiremedim kendimi sana.
-Böyle dertlerin olmasın, zaten seni seviyorum ben. Birbirine bağlı iki ruhuz biz.
+Hayat bu denli saçmayken hâlâ birilerini veya bir şeyleri sevebiliyor olmamız sence de çok ilginç değil mi?
-Perde açılır, seninle dostuz. Perde kapanır, apayrı diyarlardayız. Selamlar verilir, hayatın saçmalığı sabittir. Seyirci ne kadarını aldı senin performansının, ne kadarını feda etti senin için? Hiç. Sevebiliyorlar elbette, sevgi pek kolay.
+Sürdürülebilir bir sevgi mi değil diyorsun?
-Çok güzel bir örnek verdin. Kavramlar mesela. Terimler. Bir tomar terim bildiğimizi sanıyoruz fakat söyle bana bu terimleri ne kadar açıklayabiliyoruz kendimize? Ne kadarını özümsemiş veya tanımlayabilir haldeyiz? Birçok konuda eksiğiz. Açıkla mesela bana. Fakat bunu insanlara yıkmadan yap, açıkla güven nedir? Bir başkasına duyduğun güven ile kendine duyduğun güven farklı mıdır? Güven özünde nedir, niçin insanoğlu güven temasını yaratmıştır? Dinler güven bazında mı süregelmiştir? Güven seni koruyabilir bir duygu mudur, seni daha güvensiz bir duruma mı sokar yoksa? Açıkla bana.
+Diğer diyarlara gittin, gördün ve geçirdin. Fakat benden mi tanımlamamı istiyorsun?
-Elbette. Sana hap şeklinde sunacak mıydım bilgileri? Senin keşfetmen gereken bilgileri sana sunarsam eğer bir değeri olmaz ki bilgilerin. Nasıl düşüneceğin konusunda kafan karışık, ben de nasıl düşünmen ve neyi sorgulaman gerektiği konusunda seni yönlendiriyorum işte. Bundan daha kıymetlisi var mı, sana yolları açıyorum fakat yine de yürümesi gereken sensin.
+Güven mi? Aslında güven, bu bahsi geçen sürdürülebilir sevginin temeli. Bir kişiye duyduğumuz güvenden bahsediyorsak eğer, bu teslimiyettir. Zarar görmekten korkan, çekinen birisinin güvendiği karşıdaki kişinin kendisine zarar vermeyeceğine olan teslimiyetidir. Fakat her zaman zarar görmekten korkmak değildir mevzu. Bazı insanların çekindiği zarar görmek değil de terk edilmektir. Terk edilmekten korkuyor, çekiniyorsa karşıdaki insana duyduğu güven o insanın onu terk etmeyeceği üzerinedir. Kısacası neyden korkup çekiniyorsak karşıdaki insanın bunun aksini yapacağına dair duyduğumuz inanç, güven demektir diyebiliriz.
-Her zaman korkup çekindiğimiz konulara dair mi güven hissederiz? Sevgisine, şevkatine, olumlu hislere dair güven beslemez miyiz?
+O halde tanımı genişletmek gerekir, karşısındaki insanın insani duygularına saygıyla yaklaşarak o insana saygı dolu olacağına dair hissettiğimiz inançtır.
-Birbirine geçirdin kelimeleri, mantıklı konuşamıyorsun. Normalde yapmayacağın cümle hataları yapıyorsun. Daha güzel bir tanım bulmaya çalış. Baştan yaratıyorsun sonuçta bir terimi. Bütün bir gece düşünebiliriz bu tanımı istersen. Her şeyi en baştan düşünmek, en baştan tanımlamak sana iyi gelecektir.
+İyi gelecek diyorsan neden olmasın? Üstelik haklısın, elim ayağıma dolaştı ufacık bir tanım istediğinde. Özgün, tamamen saf bir açıklama getirmek isterken faka bastım. En basit terimi bile zorlandım açıklarken.
-Daha güzel bir tanım getirebilirsin, sözlükler bu yüzden varlar. Aç sözlüğü öncelikle nasıl tanımlandığını oku. Belki bir kaynak olur sana.
+Tdk'de nasıl geçiyor kontrol etsem fena olmaz.
-1. İnanç: Bir kişiye veya bir şeye karşı duyulan inanç ve emniyet duygusu.
Emniyet yerine güzel bir terim kullanmıştın sen, neydi? Teslimiyet heh. Bu tanım hakkında ne düşünüyorsun?
+İnanç ile benzer bir tanım sanki. Kavramları karıştırmamak için daha detaylı açıklamam gerekecek. Bir kişiye duyulan inanç konusunda bir açıklama getirmek istiyorum öncelikle. Daha sonra kendine duyulan güveni açıklarız.
-Zorlanıyorsun. Kafanı tamamen boşalt. Gerekiyorsa önce sana çağrıştırdığı kelimeleri bir köşeye not alalım, sonra bir açıklama getirelim. Derin bir nefes al, iyisin.
+Çağrışım olur. Bir kişiye duyulan güven. İnanç. Saygı. Bir kişiye olan inancımız. Koşulsuz şartsız bağlılık. Gözü kapalı emanet edebilme. Salaklık.
-Salaklık mı, yorum katma daha nesnel yaklaş.
+Teslimiyet. İkna. Kendi kendini inandırma. Sevgi. Umut. Beklenti. Sonuç. Sonuca ihtiyaç duymadan koşulsuz teslimiyet.
-Güzel güzel, birkaç cümle oluşuyor bak. Uzat bu serüveni.
+Emanet edebilme. Güven duygusu garip bir duygu aslında, sahip olduğumu pek iddia edemem. Belki de beni zorlayan bu terimdir.
-Başka bir terime geçmek mi istiyorsun onca çabana rağmen?
+Hayır, yalnızca zorlandığımı söylüyorum.
-Şikayet ediyorsun yani.
+Ah, haklısın. Şikayet ediyorum. Şikayet etmemeliyim değil mi?
-Gerçekten yükselmek istiyorsan, duygularını kontrol altına almak istiyorsan şikayet etmemelisin.
+O halde devam ediyorum. Güven, parlaklığı da hatırlatıyor bana. Karanlığı aydınlatmak gibi. Teslimiyet dışında başka bir terimle bağdaştıramıyorum. Sonuca ihtiyaç duymamak demiştim, bir sonuca ulaşıp ulaşmamanın önemsiz olması hali gibi.
-Her insan bir sonuç beklemeden mi hisseder bu duyguyu?
+Kanımca her insan değil, lakin olması gereken bu. Güven dıygusunu yalnızca karşıdan bir şeyler alacağım şeklinde bir hisle özümsemek bana mantıksız geliyor.
-Sonuçsuz, koşulsuz, yalnızca teslimiyet barındıran bir duygu mu diyorsun?
+Sanırım öyle. Koşulsuz olmalı gibi geliyor. Sonuçsuz, koşulsuz, yalnızca büyük bir teslimiyet ile özümseyebildiğin bir insana veya bir şeye karşı hissettiğin inanç, güvendir.
-2. İtimat: Bir kişinin başka bir kişiye veya bir şeye karşı hissettiği güçlü inanç ve bağlılık.
+Güçlü inanç ve bağlılık. Hemen hemen aynı terimler. Teslimiyet, emanet, inanç. Fakat defiğin gibi bir fark olmalı aralarında. Tamamen benliklerimizi yüklediğimiz eş manaya gelen sözler yerine ufak farkların olduğu terimler olmalı. Akıl ve Zihin farkı gibi. Ben sana itimat ediyorum, ben sana güveniyorum, ben sana inanıyorum. Ben her zaman inancı daha kavramsal boyutta alırken güveni daha somut bir terim gibi düşünürdüm. İnanıyorum beni ihanete uğratmayacağına ve güveniyorum bu inancımdan da baz alarak.
-Yalan söyleme yahu, sen her zaman inanıyorum ama güvenmiyorum derdin. Güvene duyduğun inanç sonsuzdu fakat güven olmayacağını belirtirdin. Yani yalnızca o insana inanır, güvenmezdin.
+Hâlâ öyle hiçbir şey değişmedi demek istemiyorum. İnancım eoey dağıldı açıkçası. Şimdilerde insanlara güvendiğimi söylüyorum fakat inanamıyorum bu güven duygularına. Yalnızca güvendiğime güvenmeliler gibi geliyor. Karmaşık konuşuyor olabilirim.
-Anlıyorum kısmen. Kendini ifade etmekte zorlanıyorsun bir miktar.
+Bu senin için bir sorun mu?
-Yeterince kendini zorlarsan eğer söylemek istediklerini birebir ifade edebileceğine güveniyorum.
+İnanıyor musun, güveniyor musun?
-Senin tabirinle bu somut bir şey kanımca. Güveniyorum. Elbette buna karşı bir inancım da var fakat inanmıyor olsaydım da güvenilir biri olurdun. İki yüzlüsün ama adaletlisin.
+Güzel, iki yüzlü olmaya başladığımı görüyorsun.
-Böyle değildin bu şimdilere özgü bir his olmalı. Ne se bu hale getirdi sormak istemesem de her sohbetin sonu buraya bağlanıyor garip bir şekilde. Yine de sormayacağım ve bir gün yeri geldiğinde açıklayacağına dair güvenmeye devam edeceğim.
+İki yüzlü birine güvenemezsin ki.
-İki yüzlü birine güvenmeyi tercih edebilirim fakat bana ihanet ettiğinde sana zaten inanç beslemiyordum diyerek kendimi avutabilir, gururumu okşayabilir ve bu durum karşısında üzülerek değil de bir ders çıkartmış gibi bakabilirim olaylara.
+Hala stoik olmayı seçiyorum diyorsun yani.
-Her daim.
+Sonsuz bölü sonsuzu bulduğumda, güven duygusunu tetiklediğimde, gerçekten kavramları açıklayabilir bir konumda olduğumda ben de stoik olacağım.
-Öyle aklını büyütmekle, kültürlenmekle, kendini geliştirmekle falan olunmuyor stoik ki. İstemen ve karar vermen yeterli. Bu iki konsept öyle kilit ki.
+Aklım ne vakit büyür bilemem, kültür gelişir mi yoksa ben hâlâ aynı kültürsüzlükte mi olurum bilinmez, kendimi geliştirebilir miyim yoksa daha da dibe mi batarım bilinmez. Fakat dediğin gibi istediğimi, istemediğimi ve en önemlisi kararlarımı seçebilirim. Bunları değiştirebilirim. Stoisizm bu sebeple uzak değil belki de bana.
-Özgür bırak kendini önce.
Aklın karışmış. Karmaşık bir duygu hâlinde buldum seni bu gelişimde. Belli, bir şeyler yaşanmış. Travmatik bir deneyim hâlindesin belki de, göremiyorum ve göstermemeyi de tercih ediyorsun. Fakat anlaşılıyor hâllerinden. Kendinde gibi değilsin. Pek çok kavram zihninde birbirine girmiş bir hâlde. Bir çıkış yolu arıyorsun, tutunacak bir felsefe, güvenebileceğin bir hayat çizgisi. Bunlara ulaşmak senin için git gide daha da yorucu bir hâle gelmiş. Kavram karmaşasını bir köşeye it bakalım önce. Önce kafanı o saçma sapan doğru veya yanlış belki de eksik bilgilerden uzaklaştır. Bomboş bir zihin edin kendine, hiçbir bilginin doğru olmadığı kavramsız bir zihin.. Ne yaşadığını bilmiyorum fakat seni nasıl etkilediği ortada. Ne kadar zor yaşadığını görebiliyorum. Düşünceleri sakinleştir bakalım. Dank etsin kafana. Yaşadığın bir kariyer arayışı değil, ne olmak istediğin önemsiz bir noktada. Elbette önemli fakat daha önemliler mevcut hayatta. Akış içinde mutlu veya huzurlu değilsen gerisi de önemsiz. Çünkü zaten saçmalıklarla dolu r hayatın içerisine atılmışız, çıkış yolu yok. Bariz ki intihar edemeyeceğiz, inanmadığımız bir tanrıdan her gün ölmeyi dilemek dışında bir şey de yapamıyoruz. Bırak saçmalığı ile alay ederek geçirelim günlerimizi. Kafana bu kadar fazla sıkıntı edebileceğin ne olabilir ki hayatta, öldüğünde her şey bitecek zaten. Gerçekten bugün bir soru daha fazla çözmüş olman seni daha iyi bir insan mı yapacaktı? Denedin çözmeyi, uğraştın fakat beceremedin. Bazı günler olur, beceremezsin. Çabalasan da hareket bilr edemezsin. Bazen olur, kızmıyorum. Müthiş bir disipline sokmak istemiyorum seni ama, bir noktada sen kendi kendini sokacaksın zaten o disipline. Ben belki de yalnızca kafanı rahatlatmaya çabalıyorum. Biliyorum ne kadar yaşamak için çabaladığını. Görüyorum ne kadar canını yaktığını bu hayatın senin. Eğlenmeye çalışıyorsun çünkü onca saçmalık içinde tek yapabileceğin bu. Seni anlamakla kalmıyorum, ben de birebir duyguları paylaşıyorum seninle. Bilsem bir yolunu nasıl yaşanacağına dair vereyim formülünü ancak ben de eksiğim bu hususta. Ne yapmalı, nasıl kurtulmalı bu saçmalıktan, nasıl geçirilir bir gün dolu dolu hiçbir fikrim yok açıkçası. Saçma diyebiliyorum yalnızca hayata, saçma. Ne bir nedenç var, ne bir sonucu. Saçma. Saçmalığın tadını çıkartmaya bak. İyi bir insan olmaya çabalıyorsun, o bile saçma. Bir noktada her şeyin saçmalığı boğuyor seni işte. Bitirmek istiyorsun yalnızca. Bunca sıkıntımdan beni tek kurtaracak olan belki de ölümdür diyorsun. Ciddiyete bürünüyor vücudun, stres oranın artıyor, kalbin hızlanıyır ve vücudun seni korumaya çalışıyor kendinden. Hayatta kalmaya çabalamışsın doğduğundan beri, öyle kolay terk eder mi sanıyorsun seni? Tutunduğumuz bir şeyler var demek ki hayatta. Varlığımız üstün geliyor demek ki onca saçmalıktan. Burak gitsin, ne önemi var ki yaptıklarımızın. Bırak gitsin, ne faydası var ki hayatımızı değiştirmenin. Bırak gitsin, nasıl olsa her şey saçma olarak kalacak. Bu kadar kaderci biri değildim, git gide daha fazla inanç besliyorum kadere. Belki de olay budur diyorum, olay yalnızca yaşamaktır. Nasıl, ne için, ne amaçlarla, nerede, ne zaman yaşadığın değildir. Bir süre sonra kabak olmayı da reddediyorsun, hıyar olmayı da. Çekirdeklerin bir gün yeterince büyük bir keyif sağlayacak belki insanlığa. Belki bir toprağın altında çürüyecek. Belki bambaşka kabaklar, bambaşka hıyarlar yaratacaksın kendinden. Bu döngü böyle devam edecek. Sinirlerini bozmasın ne olur bu döngü. İnan ben de bilmiyorum kırılır mı, bozulur mu, şekil alır mı bu döngü. Lakin bildiğim nadir şeylerden birisi, hayatın devam ettiği. Uzak diyarlardan sana hayatın sırrını getiremedim. Bugün sana araba çarpmış olsa, yanına gelip sitem bile edebilirim beni neden çağırmadın diye. Belki de ömrimce hiç çözemeyeceğim sonsuz bölü sonsuzun sırrını. Bazı sırlar, sır olarak kalacak ve açıklanamaz gerçeklikler olacak. İnsanlık ilerliyor nasıl olsa, umuda ihtiyaçları var yalnızca. Onların sonunu yazacak olan ve onları ayakta tutacak olan umuda. Endişelenme. Uzun sürmez bu sorgulama. Sabah kalktığında yine çoraplarını giyersin, yine anahtarlarını atarsın çantana, yine gülümsersin insanların suratına. Sanki hiçbir şey olmamışçasına. Sanki hayatın saçmalığı seni boğmamışçasına. Sanki yaşıyormuşçasına bir iki taklit patlatır, biraz onları güldürür, gününe neşe katarsın. Yorarsın vücudunu, yeniden uyuyabilmek adına. Uyumasan da uyursun eninde sonunsa. Uyuyamasan da uykuya dalarsın eninde sonunda. Ayakta kalamazsın uykusuz, rüya görmeden yaşayamazsın. Gördüklerini de unutur, bilinçdışınla iki üç sohbet eder, saçma sapan anlamlar çıkartır, %90'ını silersin aklından olur biter. Yine düzen devam eder. Yine kediler meraklarına yenik düşer. Yine köpekler havlar, yine çiçekler büyürler usulca. Böcekler sen istemesen de vardır, sinekler sen istemesen de rahatsız edicidir. Yok olmak istedikçe daha da uzun sirer hayat. Oyalarsın kendini çabuk tükensin diye ömür. İşlere girersin hayatta kalabilmek için. Güzel anılar edinirsin, geriye dönüp baktığında gülümseyerek hatırlayacağın insanlarla karşılaşırsın. Güzel ve hoş sohbetlerle doldurursun günlerini. Kıymetli insanlarla karşılaşır, kıymetli işler becerir, kıymetli bir hayat sürersin belki. Belki sürmezsin. Belki dibe batarsın. Belki yükselirsin durmaksızın. Her şekilde oyalarsın kendini ve asıl saçmalıktan uzaklaşırsın. Ufak tefek saçmalıkları bir köşeye atarsak özü kalır yaşamın. Saçmalık ve daha çok saçmalık. Üşütme kendini, hıyarlar çabuk soğuk alırlar. Üzme boş yere kendini, davranışların kim olduğunu göstermiyorlar. Herkesin gözünde bambaşka bir karaktersin, özünde bambaşka. Kimseye bir şeyler kanıtlamak zorunda değilsin sen. İnanacakları yine inanmak istedikleri olacak. Sen bir piyonsun onlar için. Sen bir kralsın kendin için. Sen önemsizsin kendin için. Sen kraliçesin onlar için. Ne fark eder ki ne olduğun, her şekilde sonuçlar stabil, ölüm var. Karışık olan kafanı yatır bacaklarıma, ne varsa karmaşık bırak gitsin havaya. Rüyalarında eriyip yok olsun düşünceler. Yavaş yavaş erit tüm bildiklerini. Eriyik maddeyi al sonra, getir bana fırlatalım çöpe. Dökelim saçalım yerlere. Yazılar yazalım buneriyik madde bazında. Sanıyorum ferahlatacaktır ruhunu. Sanıyorum iyi bir insan olacaksın, istediğin gerçekten bu ise. Sanıyorum gönlün pek yüce, takdire şayansın. Takdirsiz de varsın. Mühimsiz, mühimsiz, mühimsiz varlık. Boşalt zihnini, yürüt kervanı. Acı çeken yok, mutlu olan yok. Her şey olması gerektiği gibi, olması gerektiği yerde, olması gerektiği ölçüde. Saçmalıklarla dolu bir düzen. Karmaşa ile bezeli bir kesinlik. Şüphe dolu bir düzen olmasını yeğle. Yanındayım, yok olmayacağım. Biraz uyu dizlerimde. Her zaman bulamayacağım seni.