26 Nisan 2023 Çarşamba

Yeşil otlar var tüylü tüylü, alsak mı yanımıza? Burçlar varmış rot ayarında, burçlar bozuk diye tıkırdarmış araba.

Aden: "Kee, ne diyorsun acaba müdahale etsek mi verdiği kararlara? Bu olaydan sonra sanırsam 'Ben kötüyüm, bana yardım edin.' demek yerine yine saçmalayarak beklemediği tepkiler oluşturacak hayatında. Sakız çöpünü de unutma. Bu tepkilerin ne derece aşırı, ne derece gereksiz tepkiler olduklarını biliyoruz sanırsam müdahale gerektiriyor. Pastil çöpünü de almayı unutma sakın!"
Kee: "Hayır, bu defa kendisi ne tepki vermesi gerektiğini iyi biliyor. Boş kek poşetlerini attı bileDaha evvel girdiği döngülerin farkında, iyileşmek istediğini ve bunun için ne kadar araştırma yaptığını gördük. Çikolata mı yesek? İlgi çekici biri, olayları bambaşka algılıyor ve bambaşka reaksiyonlar veriyor. Son akşam yemeği."
Aden: "Kim olsa alırdı o tüylü tüylü, güzelim sukulentleri. Peçeteye sarıldı ve biraz ekmek alabilir miyim, kahvem ve suyum bana yeter denildi. Van Gogh muyum ben kendin doldur kahveni, matarama bak Stanley üstelik ömür boyu garantili."
Kee, Aden'in bu kıza karşı duyduğu hassasiyete karşı kibirliydi. Herhalde kıskanıyor olmalıydı yedi ölümcül günahtan hallice, kırma bir sevgi ile onu.Vücudunu yıkamaya karar verdi kız, böylece Aden ve Kee bir süreliğine kafasında susabilir, sıcak su ise temizleyebilirdi içindeki nefreti. Gül kokusuna sahip bir tütsü ateşledi, bir süre seyretti alev alışını. Ardından bir dilek geçirdi içerisinden, Aden ve Kee hariç kimseciklerin duyamayacağı ufak bir istek. Karnı ağrıyor ufaktan. İsteklerini biliyor olması ona güç veriyor, Knight Errant dinleme mecburiyeti getiriyordu. Kahve soğudu sanırım, ekmekler bitti mi? Bir şarkısını açtı Knight Errant'ın ve sıcak suya bıraktı kendisini. Bu sırada Aden ve Kee sessiz olmalıydı, bir odaya kilitledi onları. Ekmek ve kahve yeterdi onlara. 
Aden: "Yine bizden kaçıyor, pek fazla konuştuk sanırım. Kafasını şişirdik, poğaça mı yesek dersin, ekmek bıraktı sanırım yalnızca yine. Kahve içer misin?"
Kee: "O kadar açım ki seni bile yiyebilirim. Kaybolmasını istemiyorum, başını okşamak istiyorum bu kızın. Kahve bastırabilir açlığımızı, içelim."
Aden: "Kıvılcımları gördün mü sen de, ortada bırakıldık. Hiçbir zaman merkezi olmadığımız bir hikâyeden silinmek nasıl böylesi acı verebilir? Sütlü sevmiyor muydun sen kahveyi?"
Kee: "Bilgisizliğine ağlıyor, rahat bırak onu. Ne kadar çaba gösterse de, unutuyor öğrendiklerini. Sigara dumanı hakkında detaylı bir şiir yazabilirken sana, basit bir matematik probleminde kafası karışabiliyor. Bu arada sütlü seviyorum kahvemi, elimizde olanla idare etmeyi bilmeliyiz. Teşekkür ederim kahve için güzelim. Bazen karmaşık matematik problemleri onu kendisine çekerken, bazen okuduğu roman sıkıntıdan ölmek istemesine yol açabiliyor. Heavy metal dinliyor derken, müthiş bir türkü bağımlılığına sahip ve Seyyal hanım mı açıyor durduk yere sabahın köründe?"
Aden: "Hey, biz öğrettik Seyyal hanım'ı. Sevilecek bir hanımefendi, zevklerimiz pek değişken değiller mi? Güzel demlenmiş bir kahve en azından. Prebiyotik kremmiş sanırsam sürdüğü ellerine, çatlamış mı dersin derisi?"
Kee: "Elleri paramparça baksana, hoş durmuyor."
Aden: "Pek bir hoş duruyor yaraları. Saç tokasını geçirdiği bileği can çekişiyor nefes alabilmek adına."
Kee: "Karışmayalım, azar yiyoruz. Kremalı Cappuccino içelim biz, şekeri fırlatmalık. Yoga yapacak sanırsam sonrasında, sağlam bir iradeye ulaştı mı dersin? Bozsak mı düzeni?"
Aden psikopatça bir kahkaha fırlattı. 
Aden: "Saçma! Saçma! İradesinin farkında, potansiyelini biliyor. Potansiyelsizliğinin de farkında, ellerini bu yüzden yaralıyor. Düzeni bozmak mı sanıyorsun onu iyileştirecek olan? Ona daha fazla zarar vermeyi kesmeliyiz."
Çiçekleri koparttıktan sonra, kokladı bir süre. Bileğindeki saç tokasını parmaklarına geçirdi. Saçlarını bir miktar dağıttıktan sonra, özenle kahvesinden bir yudum aldı. Sanırım kaynar suyu intikam hissine benzetiyordu. Soğutmalıydı içebilmek için sahip olduğu değerleri. İz bırakmak böyle basitti. Sebepsizce kendini gerçekleştiren kaosun karşısında, Cappuccino kreması gibi kalmıştı. Kendisini ortalığa atmalı, değerlerini unutmamalıydı. "Gurur" bu değerlerden biri sayılmalı mı diye düşündü bir süre, bir yudum daha aldı kahvesinden. Bir sebep arıyordu arı gibi. Vücuduna küçük dokunuşlar yaparak, masaj yapmak istedi omuzlarına. Kafasını büyük bir kararlılıkla kaldırdı ve "şeref" dedi. Şeref ne demekti? Kendisinden emin olmak için sözlüğe başvurdu, yedi ölümcül günahı anımsadı yeniden. Gurur kelimesi ile şeref kelimesi bir gibi görünüyordu, atfettiği anlamlar başkaydı. Peki "onurlu bir hayat yaşamak" nasıl olmalıydı ki atalarının gözlerinde "gurur" görebilsin? Bir çığlık attı ufacık. Pandora'ya lanet etti, kutuya kim koymuştu umudu? Bir çığlık daha attı, Aden ve Kee onu durdurmalıydı. 
Aden çığlıkları duyar duymaz hareketlense de, Kee onu durdurdu. 
Kee: "Hey, dur olduğun yerde. Benim sıram. Bu defa benim gitmem gerekiyor." diyerek kapıyı kırdı. Bu kadar basit miydi yenilmesi hislerine? 
Aden Kee'yi yalnız bırakmamak için o da çıktı odadan. 
Aden: "Dur yalvarırım, onun her şeyi yoluna sokacağını düşünüyorum. Biraz süre veremez miyiz, bir miktar? Benim hatrım için bir süre daha bekleyelim." diye yalvardı. Kee Aden'in gözlerinde böylesi bir çaresizliği görmeye dayanamıyordu, susmayı tercih etti. Odaya doğru adım attı, Kee ise peşisıra takibindeydi. Yük oluyor gibi hissettirmek istemiyordu ona. Ayakları yere sağlam basıyor, bilekleri acıyordu. Pek zayıflamış, fazlaca güçsüz düşmüş Aden'in başı dönüyor ve epey acı çekiyordu. Kee hırsından bunu fark edememişti. 
Aden: "Demir takviyesi mi aldı o?"
Kee sesini düzeltti bir süre öksürerek. 
Kee: "Yalnızca demir takviyesi değil, baksana. C vitamini ve çinko takviyesi de almış kendisine. İştahının sebebi belli oluyor desene, kahve içmeye bile çekiniyor."
Aden: "Kutusu pek hoşmuş, kiraz renginde. Kiraz kokulu tütsü de yakar şimdi bu. Mosmor oldu saçları, suratı büyüyor ve kilo artışı başladı. Yeniden istemiyor eski kilolu haline dönmek. Kontrolü her an kaybedebilir, ne dersin?"
Kee: "Bizden iyi kontrol de edebilir, potansiyelini fark etse keşke. Çizim işini de bıraktı, uyumak istiyor yalnızca. Yorulduğunu sanıyorum. Halı sahaya bir kişi lazımmış. Gitsek mi yanlarına, kaleci oluruz belki."
Aden: "Sus artık, uyuyalım. Elinde tutma şu katanayı, bir yerimizi parçalayacaksın."
Kee: "Hoşuna gitmeyeceğini söyleme bana, göğüslerini kesmeme ne dersin?"
Aden: "Duymamış gibi yapıyorum."

Pandora masumdu, kutunun içindekilerdi asıl suçlular. Masumiyet, ezilmeye mahkûm mudur? İntikam kahve fincanlarında soğutulmalıdır ve sağlam durmalı her olayda. Kontrol edemediğimiz şeyler yaşanıyor hayatta. Aden lafa atlayarak düşüncelerini dağıtmak istedi bu kızın. 

Aden: "Adaletli bir yer olsaydı eğer yaşadığımız yer, masumiyet ezilmezdi. Onur duyardım masumiyetimden, hoş duyuyorum da."
Kee: "Kimsin sen, tanrının melodisi mi, deccalin haykırışları mı, cennetten gelen koku mu yoksa cehennem acımasızı mı? Hayal ettiklerin, beklediklerin, istediklerin ve henüz keşfedemediğin isteklerin her biri bir duvar oluşturdu gerçekliğin karşısında. 

Gerçeği mi öğrenmek niyetin, yoksa duvarlara sığınmak mı? Beklentilerin duygularını da yönlendirir, hayal kırıklığına yol açıyor istemsizce. Lanetliyiz bizler, sevilmeyen yapayalnız çocuklarız. Aden eline bir boya fırçası aldı, tuvalini ayarladı. Boyalar en önemli kısımdı çizeceği resimde bu sebeple olabildiğince sade renkleri aldı yamacına, akrilikten hallice sulu boya. Sıra bu sade renkleri palette canlandırmak. Görmediğin parlaklıkları oluşturmak meziyet. Yuvarlak fırçalar detaylı çizimler için iyidir, düz fırçamı alıp gökyüzü ile mi başlasam? Bir ayağım çukurda, düştüm düşeceğim gözlerinde. 
Aden: "Üşüyor musun? Hey, titriyorsun görmüyor musun, giysene hırkasını."
Kee: "Giyemez, ona ait olan hiçbir şeyi kendi üzerinde görmek istemiyor. Pespembe bir hırka, küçük olur hem ona. Üşüdük diye mi verdi sanıyorsun, herkes üşüyor diye çıkarttı. Renkli giysi giymez ki bu kız."
Aden: "Neden rüyalarını kayıt etmiyorsun?"
Kee boş boş bakıyordu.
Kee: "Aden, ağlamayı kes artık. Her şeyin bir sonu olmak zorunda eğer bir başlangıcı varsa. Doğada her şey zıttıyla var, varlık ise yoklukla kendisini gerçekleştiriyor." diyerek varlığı olmayan 'şeylerin' bir zamanlar var olması gerektiği fikririni ortaya attı. 
Aden: "Fakat senin de gözlerinden akmıyor mu yaşlar? Öleceğini, tükeneceğini, gerçek olmadığını bilmek nasıl canını yakmıyor? Ölüme atıf yapışım, varlığın olduğu yerde yokluğun da olmasının makul olacağından."
Kee: "Canımı yakıyor fakat canımı yaktığını insanlara söylemem gereksiz."
Aden: "Pekâlâ merhamet? Hiç kimse o halde, bir başkasına merhamet göstermemeli."
Kee: "Aptalcadır merhamet. Kanma içi boşaltılmış terimlere. Kendisini güçlü sanan aptallar bana acıyacaklarına, yok olmayı düşlerim."
Aden: "Güçlü veya güçsüz olmak mühim mi?"
Kee: "İndir silahlarını bana karşı, yıldızları seyredelim gel yanı başıma. Başını da okşayayım mı?"
Aden: "Bu savaş son bulmayacak, haykırışlara mahkûmuz. İkizim mi şimdi, aynı tarihte doğduğum kardeşim mi? Susamlı susamlı ekmeklerden kalmamış ellerinde, bir miktar sağa kayalım da otursun."
Kee: "Yanımıza mı oturacak, daha neler?"
Aden: "Bak vazgeçti oturmaktan, diğer masaya gitti. Olmaz demiştim ben çoktan."
Kee: "Hayır fikir değiştirdi, geldi yanımıza. Oturuyor sanırım gerçekten, sebep nedir pekâlâ? Kafa kesen şeriatçılardan olduğumuzu sanıyor, sattın ki sen bizi. Tanımak istemediği birini tanımaya çabalıyor, nasıl yani? Birebir öğrenmek istemediği şeyleri yanlış bir şekilde uzaktan görüyor. Ona olmak istediğimiz gibi görünememek canımızı yakan."
Aden: "Fakat fikirler değişmezler mi sanıyorsun? Hisler değişir mi dersin?"
Kee: "Hisler de değişmez, oldukları gibi bomboş kalırlar her lafın, her olayın ardından. Sarma sigara içmemiş ki hiç o. Görebiliyor musun nasıl bittiğini pilimizin?"
Aden: "Pilimiz değil biten, kalbimiz onun yanında o kadar büyük bir acı çekiyordu ki, dayanamadı ayakta kalmaya. Çöktük biz de içimize. Kahkahaları kızı besleyen adam gitti yerine bir kalp ağrısı bıraktı. Onu güldürebilecek kadar enerjim yok, onu ne kadar sevdiğimi ona kanıtlayabilecek kadar güçlü değilim. Kollarım acıyor artık, yemek yemek istiyorum. Vücudum artık benden nefret etmesin istiyorum. Fazla şey istiyorum bakma sen bana, kolay bir matematiksel hesaplama yaptım diye çekebildim ancak ilgisini. Benimle alay etme sebebi nedir dersin, takılıyormuş öylesine. Benden nefret ediyor, beni değersiz hissettirmek istiyor desene şuna. Katılıyormuş, katılmasaymış, katılmamalıymış. Makarna ve pizzamız varmış, üzerine sos olarak çikolata veya çilek gelmeliymiş. Susmuyoruz içindeki sesler olarak bu kızın değil mi? En çok o nefret ediyor bizden, sevdiğimiz kişiler bile değil ilk başta en yakınımız vurabiliyor. Isınmak istiyorum, uyumak istiyorum."
Kee: "Güneşi seyretmek ister misin, sabaha kadar uyanık kalalım. Şimdilik pen arta devam etmek mantıklı gibi, renkleri sona saklıyorum. Seçimler olacak yakınlarda, bir şeyler değişir belki 90'lar geri gelir ne dersin?"
Aden: "Değişmeyeceğini biliyorsun kaosun oluşturduğu iğrenç düzenin. Ne diyon Meral'e? Hat, çizgi ve gölgeleme güzel olduğu takdirde, üreteceğin resim akmaz. Mürekkep kolaylıkla kusabiliyor, iki noktayı bu sebeple koyuyoruz. İnce ince bir kar yağar, Selda Bağcan hanımefendi susmaz. Kalem açısını değiştirmeyi denedin mi hiç?"
Kee: "Hayır öyle garip gurup tutulan kalemlerden olmayacak çizim tekniğimiz. Daha kalın bir kağıda ihtiyaç duyuyorum."
Aden: "Ocean demir takviyesi aldığı, çinko ve diğer vitaminlerin olduğu bir tablet de aldı."
Kee: "Tablet demişken çizim tableti almayı planlıyor mu? Hoş çizimler çıkarabilir, kendisini ne kadar aşağılasa da hoş bir yaratıcılığı var."
Aden: "Güneş doğmayacak gibi 89j cclcxx. Sıcak suyun verdiği rahatlamaya rağmen üşüyor bu kız. Ekmek yedi, kahve yudumladı, karnının şişliği indi, niçin acı çekiyor hala?"
Kee: "Saçmalama, zırlayacak mı şimdi? Durduk yere zırlayacak mı gerçekten? Anlamıyorum, bitecekti zaten sevgiler. Zaten arkadaşı yoktu, zaten depresyondaydı, zaten oldu olası çirkin hissediyordu. Ne değişti de onu duygusallaştırdı yine? Adet olunca mı zırlıyor yoksa?"
Aden: "Yıllardır onunlayız, ne zaman anlamsızca bir şeye zırladığını gördün? Canının acısı doğal değil mi travmatik bir deneyim sonrası. İyileşir mi sanıyorsun 4-5 ayda? Hem son yaşanan olay pek etkiledi onu, pek bir takıyor kafasına yaşanmışlıkları. İnsanların tepkilerini öyle güzel anımsıyor ki rol kesiyor hatırlamıyorcasına. Aklından çıkmayan detaylar var, kimsenin umursamadığı. Kiraz sapı, kiraz kokulu tütsü ve bir miktar civanperçemi. Kollarında derman yok, ellerinde çizgiler ve kağıt ıslanmış. Şimdi resim mi çizmeli, intihar mı etmeli karar veremiyor. İntiharı bir süre askıya almaya meyilli. İyileşme istenci halen geçmiş sayılmaz. Matarasına bak, şu sıralar pek neşeli. Kahkahalarını besleyenler onun için epeyce değerli. Bunlar ne güzel gitar riffleri. İkonik şarkıları seviyor olmalı, kafa sallamasına bak kızın. Yaratıcılığını yine bomboş şeylere harcıyor. Ezik midir nedir?"
Kee: "Eziklik nedir? Sosyal olarak beceriksizliğinden mi söz ediyorsun? Niet, nooir, nimmer. Kabul edilemez gençliği. Arsız mı deniyor, arsız ve artsız tutkuları."
Aden: "Konuşulmamalı. Susulmamalı. Dinlenmemeli. Dinlenmeli. Sökülmemeli. Hançerlenmemeli."
Kee: "Esir kalınmamalı. Bırakmamalı."
Aden: "İşkence çekmeli. Öldürmeli. Ölünmeli. Cesetler seyredilmeli. Gözler oyulmalı. Gözler oyulmamalı."
Kee: "Zırlanmamalı. Kesmemeli. Kesmeli. Özgür olmamalı. Özgür olmalı. Kanamamalı. Kanamamalı."
Aden: "Düşmeli, en dibe düşmeli."
Kee: "Son sözlerin ne olurdu?"
Aden: " Klasik bir bağırış olurdu, nefretim ben unutma. İğrençsiniz olur diye sanıyorum. Pekala senin son sözlerin ne olurdu?"
Kee: "Affediyorum olurdu, bilirsin beni nefret benlik değil. İntikam benden değil, senden çıktı. Bu kızın ne olurdu sence?"
Aden: "Bu kız manyak, bundan saçma sapan bir kelime çıkardı herhalde. Çinko diye bağırıp gidebilirdi. Fötr şapka demesi de muhtemel, kabus görmeye gidiyorum da olabilirdi. Demirel'e selam çakıp bile ölebilirdi. Belki diyalekt yaratmak ister ve Ecevit diyerek ölür. Sence ciddi bir şeyler mi söylerdi, saçmalar mıydı?"
Kee: "Uyan derdi, wake up Neo'dan hallice. İnsanlığı sevmiyor diyemeyiz, uyusunlar kendisi gibi istemezdi. Zeki, olsun isterdi insanların, yıllık oldu artık cehalet."
Aden: "Yıllandıkça tatlanır o cehaletin sıcaklığı. Bırak bilgisiz kalalım, bırak istediği gibi yaşasın insanlar. Diğerlerine bulaşmasınlar, yeterli."
Kee: "Bulaşacaklar bildiğin gibi. Nasıl oldu, ağlıyor mu hala? Ben artık bakmak istemiyorum."
Aden: "Daha iyi sayılır. Toparlayacak, biliyorum. Ona inancım tam açıkçası onca şeye rağmen. Güzel ve Çirkin hikayesi ona değip dokunmaz ama bizlere dokunur. Savaşın ortasında sarıldığı kişi kim sanıyorsun?"
Kee: "Tahmin etmek istemiyorum. İyi gidiyoruz, gitmemeli miyiz? Her şey yoluna girecek, zaman gerekli."
Aden: "Bu yapbozun parçaları çok dağıldı. Belki eksildi, kayboldu bir köşede. Nasıl bir araya getirebiliriz olmayan parçaları."
Kee: "Yerine yeni parçalar çizeriz biz de. Hem eksik kalmış bir yapboz da estetik durmaz mı, anlamlı bir şeye dönüştürebiliriz eksik tarafları. Kırılmış bir çerçeve, çerçeve özelliğini yitirmez ki yine işlevini yerine getirir. Boyarız üzerini önce, kahverengine boyar ve eskitiriz. Belki içindeki resimleri değiştiririz. Parçaları aramak da güzel olabilir, belki çalınmıştır parçalar. Belki hiçbir zaman bulamayacağız aradıklarımızı. Pes etmek bizlik mi? Bizlik ise de onluk değil, bu kızı biliyoruz dayanamaz boş durarak.  Dolu yağıyor sanırım, tak diye düştü."
Aden: "Havaya bak kusuyor gibi nefretimizi."
Kee: "Güneş doğmayacak anlaşılan, bulutlar kapatmış güzelliğini. Küçük çocukların balonları patlıyor tek tek. Parka gidelim mi, kafalarına düşen dolu taneciklerini seyrederiz."
Aden: "Sen bir sosyopatsın, biliyorsun değil mi?"
Kee: "Yeniden mi bayıltılmak istiyorsun sen? Böyle bana karşı çıkmaya çalıştığında epey tatlı oluyorsun."

Kendi çocuğuydu tecavüz ettiği. Kliniklerde sürünmüş, koku alma hissini kaybetmiş ve kolları izlerle dolu olan çocuktu bizi kurtaran. Hatırlasana aşık olmuştu bize klinikte. Kavga çıkartmıştı ki hemşireler onu bağlamakla uğraşsın, bu süreçte de biz ailemizle görüşebilelim diye. Sigara bile içmeyen çocuk sigara içeceğim diye kavga çıkartmıştı. Onca doktor bana bakarken bana bakacağınıza bu çocuğun annesini onunla görüştürmeyi bırakın ve annesini hapse atın diye bağırmıştık. Kimse duymadı o çocuğun bağırışlarını bizden başka. Aşık olma sebebi ufacık bir sevgiyi görmüş olmasıydı oysa. Kimsecikler göremedi çizimlerini. Kimse bakmak bile istemedi çizimlerine. Kesinlikle sosyopat olan o doktorlar olmalıydı. Yalancıymış, yalancıymış, yalancıymış. Hiçbir yalancı o kadar net, böylesi detaylı bir tecavüz anlatamazdı. Yaşandı, biliyoruz. Nefretin ne olduğunu dibine kadar anlayabiliyoruz. Empati falan değil bu, insanlar çıldırmışlar. Deli gibi parfüm fiyatı konuşuyorlar, o çocuk Bakırköy hastanesine sevk ediliyor. Ailesi ile birlikte İstanbul'a gidiyor. Adaleti bana anlatmayın sakın, gösterdiğini de iddia etmeyin, savunmayın da. İnanmıyorum sizlerin samimiyetsiz merhamet saçmalıklarınıza. Sizler en büyük cezayı hak eden, sessiz kalanlarsınız onca yaşanan iğrençliğe. 

Yalan söyleyen bir kıza inanıyorlar, bu çocuğa inanmıyorlar. Aklım şaşıyor, yetmiyor işte bana bunlar. Melekler işlerini doğru düzgün yapmasalar da, sen meleklerin olsana sevdiğim. O çocuk iyi olacak, biz iyi olacağız, sevdiğimiz kişi iyi olacak, biz hepimiz iyi olacağız. Kötülüğü yaşadık, iyi olmalıyız. Korkak olabiliriz, korkak olabiliriz, korkak olabiliriz. Susmuyoruz en azından, konuşmayı ihmal etmiyoruz. Melekler bizi bekliyor, işsiz melekler. İşsiz şeytanlarla birlik olmuş iğrençlikler, kafalarına sıkan melekler. Uyuşturucuya bağımlı birkaç sokak taşı, unuttum bir de sokak lambaları vardı. Gözlerinden alev çıkan sokak lambaları. Dolu durdu sanırsam bir miktar frekansını düşürdü, boğuk bir sese dönüştürdü gökyüzü haykırışını. Kabuslarından uyananlar, rüyalarının en tatlı yerinde olanlar, saklanmış tutkularını eyleme dönüştürenler, kollarını kesenler ve kafasını suya sokanlar.. Bitmeyecek bu uzun gece gibi görünüyor. Yavaşlat düşüncelerini, bilekliğini çıkatma sakın. Bilekliğini yapan kişi pek bir nezaket dolu. 

Öksürmeyi bırak artık, kusacaksın yine. Her şeyi bırakıp onu seyretmek ister misin, yalnızca seyredelim hadi. Kanındaki kıvılcım damlaları esaretine katkı sağlıyor gibi. Hey, hey baksana. O'nun arkasındaki yapraklara bak halay çekiyorlar. Gerçekten bir tek zil takıp oynamadığı kalmıştı dünyanın, onu da yaptı sonunda. Halay başı olarak bu beyefendiyi tercih ediyorum, Meryem Ana'yı bir köşeye fırlattım tam olarak şu an. İki yüzlü, yalancı çobanların hikayesine bakıyoruz bilgisayar ekranında. Bana mı dokundu o? Kimse bu kadar takıntılı olamaz, yapma! Dokundu sanırım, biz kaçmalıyız onu rahatsız ediyor olmalıyız. Neden bizim sınavlarımıza yardım ediyor ki, zorunda bile değilken. Kendisini iyi hissetmek istiyordur belki de, yeni şeyler öğrenmeyi seviyor ne de olsa. Kendimizi değerli sanmayalım, istediği için yapıyor bunu bizim için değil. Arkasında zil takıp oynayan yapraklar şimdi de nah çekmeye başladı hayalimize karşın. Sır tutabilir mi bu yapraklar, onlara fısıldamalı mıyım yaşadığım anın her bir karesini unutmak istemediğimi. Reddediyorum hafıza kayıplarımı. Melankolik bir sınav oldu, Gri rengine benziyor. Halüsinasyonik bir yapıda cevaplarımız, sallandıralım darağacında. Fazla heyecanlanmış olmalıyız, geçen gün bir başkasına olan sevgisini açıkça göstermedi mi bize? Bin türlü soru soruyoruz kendimize fakat yine de cevaplarımız aynı. Sevilmiyoruz işte ne kadar basit oysaki. Kozmik cevaplar aramaya gerek yok, reddedildik bile. İlhamını veren kişi, sonsuz bir yaşama döngüsüne girdi az evvel. Sınırsız bir ömrü olacak bu kişinin bana yaşattığı hisler dolayısı ile. Onun hakkında yazı yazmak onu ölümsüz kılar mı? İhanet etme artık kendisine, seviyorsun kendini kandırma. Bunlar normal hisler, endişe de etme. Yapraklar bipolar sanırsam, şimdi de gözyaşı döküyorlar. 
Kee: "Saçmalama manik dönem haftalar sürer." 
Araya girmeseniz olmayacak değil mi, hiç kendi tiradımı yazamayacağım. Hep bir eleştiri, hep bir dalga fısıltısı.  
Aden: " Fısıldamıyoruz, sesimiz çıkıyor. Sessizliklerimizin kalıntıları gerçek sevgi ile eş."
Gerçek sevgi diye tutturduğunuz şeyin varlığından şüphe duyuyorum, ölümsüz kıldığım beyefendi yese ya sizi.
Aden: "Bizden ne kadar nefret ettiğini düşünsen de, bizden başka kimsen olmadığını biliyorsun. İyiliğini, kötülüğünü değil arzularını yansıtıyoruz biz."
Kee: "Ben yine de kötüyüm, kötü kalacağım. Hoşlanmıyorum senden."
Aden: "Bana aşık olduğunu herkes biliyor, yalanı kes."
Kee: "Yıllar geçti unutamadın şu öğretmenini. Bırak artık, hatırlaman gerekenleri siliyor gereksiz şeyleri kazıyorsun hafızana."
Aden: "Var mı benden isteğin, ben intihar etmeye gidiyorum."
Kee: "Yolun açık olsun, tekleme bu defa. Çırpındıkça daha da batacaksın, bırak kendini daha kolay ölebilirsin. Yardım edebilirim, bayılmak ister misin yine?"
Aden: "İlişkimizi rafa mı kaldırsak bir süre?"

Fütüristik bir teknoloji özürlüsüsün sen, kendine gel. İnsanlıktan nefret ederken, gelişmelerine katkı sağlama peşindesin. Kaotik yapını kavramak pek zorlaşıyor günden güne. Hem bir konu bağlamın da yok, okunmazsın sen.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

#hep dudaklarımı parçalıyorum

Bir rüya gördüm bugün. 18 Şubat, salı.  Yıl önemsiz, saat de yerinde durmuyor zaten.  Sıcak bi suyun içinde, kavrulan etlerimden buharlar yü...