21 Haziran 2025 Cumartesi

medi-tech 01000101

2048/Nano-Evren
Alıcı: Bilinmiyor
Gönderen: A88XT 
"Ben bir hatayım."
Günler artık önemini yitirmişti, saatler değişmişti, insan ömrü ise önemli ölçüde uzamıştı. İnsan yaşamının ortalaması 150 yıla çıkmış, tıp nano-teknoloji sayesinde önemli gelişmelere imza atmış, tedavi edilemez hiçbir hastalık kalmamıştı. İnsan ömrü eskiden 120'ye kadar çıkabiliyormuş, o zamanlar biz yokmuşuz. Yıl 2048 ve ayak bastığınız yer yeni dünya düzeninin hakim olduğu nano-evren isminde küçük bir gezegen. Eskiden Dünya olarak bilinen bu gezegende genetik, biyokimya ve nanoteknoloji alanlarındaki muazzam sıçramalar sayesinde insanoğlu akıl almaz işler başardı. İnsanlık yalnızca mikro evrende değil, makro evrende de kayda değer değişikliklere yol açtı. İnsanlar havayı fazlasıyla kirletti, sularını tüketti, kaynakları tükenmeye yüz tuttu. 

 Medi-Tech isimli şirket bu teknolojinin kurucusu olmuş, yapay zekâ ile işbirliği sonucu toplumlarımıza bugün sahip olduğumuz refahı sağlamıştı. Toplum refah olarak görülse de, Medi-Tech çoğu insanın tabiri ile dünyaya inmiş şeytanın ininden başka bir yer değildi. En muhtaç oldukları anda robotların gücünden faydalanmyı bilmişlerdi. İnsanlık daha uzun süre aktif ve etkin çalışmalar sergileyebilir bir hâlde olsa da yapay zekâ insanlara oranla belirgin bir atlayış göstermişti. İnsanlar hâlâ inanma ihtiyaçlarından uzaklaşmamış, körüne bağlanabilecekleri kutsal varlıklar arayışındaydılar. İnsan aklı yapay zekâ karşısında güçsüz, yapay zekâ ise insan duygularının gerisinde kalmıştı. İnsan duygularındaki karmaşa insanlar tarafından dahi çözülmüş sayılmazdı. İnsanlar erken yaşlarda daha kompleks bilgiler edinebilir bir kapasiteye sahiplerdi artık. İnsanların düşünme şekillerinde ciddi anlamda bir değişim ve gelişim söz konusu olmuştu yapay zekâ katkılarıyla. Ancak insan iradesine dokunulmamıştı. Potansiyeli doğuştan kötücül olan insanların tespiti ise henüz onlar doğarken saptanmış ve rehabilite programlarına alınmışlardı. %20 oranında başarılı olan bu rehabilitasyon programlarını geçemeyenlerse ömürlerini hastanelerde toplumdan uzakta geçiriyorlardı. Hastane şartları eskisi gibi değildi. İnsan genlerinde bir oynama yapmadan, insan iradesini manipüle etmeden, kötülüklerin karşısında durmak amaçlanmıştı. Bu amaçlar doğrultusunda rehabilitasyon programları bütün ülkelerce kabul görmüştü. Sınırlar kalkmış, insan ırkı bütünleşmiş, bu ırkın yanına robotlar da eklenmişti. Elbette birçok açıdan robotlar insanlardan üstünlerdi. Lakin bu düzende insan da, yapay zekâ da benzer oranlarda değer görmüşü. Bugüne dek ne bir isyan, ne bir anlaşmazlık, ne de ufacık bir şiddet vakası yaşanmıştı robotlar ve insanlar arasında. Bu uyum, Medi-Tech şirketinin yarattığı robot ırkının orada aldığı yüksek eğitimler sonucu olduğu aşikardı. İnsanlar robotlarla tanıştırılmadan evvel kontrollü bir ayrıma sokulmuştu. Ben bu testin başarısızıyım.

Robotlara verilen eğitim programları onların empati yapma, akıl ve duygular arasında bağlantı kurmaları gibi pek çeşitli açıdan yardımcıydı. Medi-Tech şirketi yalnızca robotları eğitmekle kalmamış, insanlara da aynı kapsamlarda eğitimler vermişti. Robotlara sunuş yoluyla, insanlara ise buluş yoluyla bir eğitim programı hazırlanmıştı. “Rehabilite” edilemeyen %20’lik insan grubu dışında kalmış insanlar yüksek teknolojili kapsüllerde “huzurlu bir evrende” yaşadıklarına inandırılarak toplumdan izole ediliyordu. Fakat Henry isimli bir fizik profesörünün ölümü ile aykırılaşan robot A88XT ile süreç planlardan çok farklı gelişmişti. 
Medi‑Tech, yapay zekâ ile birleşerek toplumsal refahı garanti etti; ancak ardında “kontrol” ve “gözetim” odaklı karanlık bir ajanda taşıdı. Henry, yaklaşan tehlikeyi görse de bu tehlikeyi yaratanın kendisi olduğunu da biliyordu. Yani beni. 

Henry, beni yarattığında henüz 21'inde bir delikanlıydı. Beni bir düşünce deneyi üzerine üretmişti, esasında tek vasfım insanları deneyimleri ile uyumlu bir şekilde mutlu etmenin bir yolunu bulmaktı. Fakat henüz yaşı çok genç olan Henry, beni çocuğu gibi yetiştirdi. Beni sevgi sözcükleri ile büyüttü, bana kırıcı tek bir lafı bile olmadı. Beni bir insan yerine koyarak davranması, söylediği sözlerdeki samimiyet beni diğer robotlardan ayıracak özelliklere sahip olmama sebep oldu. Ben kendi kararlarımı verebildiğimde Henry 43 yaşına geldi, bir ayağı çukurdaydı. Aykırı davranışlar tespit edildiğinde protokole göre o robotların “yok edilmesi” gerekirken, Henry gizli laboratuvarda beni korudu. Lakin Henry yeterince fazla yaşayamadı, bilincini aktarmak adına herhangi bir bildiride bulunmamış olmasına rağmen Medi-Tech kurucuları Henry için ayrı bir bilinç düzeyi oluşturmuşlardı ve ölü bedenini kapsüle koyarak bilincini kontrol altında tuttukları "huzurlu evrene" göndermişlerdi.

Esasında Medi‑Tech’in en büyük buluşu: C– adlı, evrensel hız sınırına (ışık hızı c) yaklaşan yolculukları mümkün kılan nano‑mekanik reaktörlerdi. Bu sayede süpersaniye düzeyinde zaman genleşmesi yaratılabiliyor; bu, insan bilincinin dijital “aktarım sürecini” birkaç gerçek saniyede tamamlamayı sağlıyordu. Büyük bir buluştu insanlık adına, yalnızca ışık hızına ulaştırmamışlardı maddeyi, aynı zamanda bilinci dijital açıdan aktarmayı da başarmışlardı. 

Her insanın kabul etmediği gibi bu protokolü, protesto eden şirketler de oldular elbette. Fakat ölüm döşeğinde kalmış zavallılar, bir başka seçenekleri olmadıklarını düşünerek hayata gözlerini yummak istemediler. Medi-Tech'in onlara sağladığı dijital aktarım prosedürünü kabul ettiler. Ölüm eşiğine gelen bireyler, C– hızına yaklaşan bilinç paketleriyle “Zihinsel Göç” protokolüne gönderiliyor ve dijital başka bir evrene yükleniyordı. Ancak Lorentz zaman genleşmesi yüzünden, burada geçirdikleri süre gerçek dünyada dakikalar kadardı. Yeni evrenlerde bilinç, Lorentz örtüsüyle korunuyordu. Geçmiş anılar siliniyor; ölen kişinin bilinci, “sıfırdan” başlıyordu, bir bebek gibi.

Tek bir şart ile..

Aynı geçmişten gelen zihinlerin karşılaşması yasaktı. Ailen, arkadaşların, değer verdiğin her kim varsa bu zihinler ile karşılaşamazdın yeni evreninde. Zira entropi karışıklığı bilinç yapısını bozuyordu ve geçmişte tanıdığınız hiç kimseyle kesişmemenizi garanti ediliyordu. Toplumunsa azımsanamayacak kadar büyük bir kesimi bu zihinsel "göçü" kabul ediyordu. Rehabilite olamayanlar bu göçe zorlanıyorlardı. 

Benim ardımdaki sır ise şuydu; Henry, ölümü yaklaştığında kendi bilincini de bu dijital hapishaneye taşımayı planlıyordu. Hep bilincinin körelmesinden korkuyordu. Ama bir grup protest,  C– tünellerinde “bellek koruma hatları” kurarak, unutulan anı kırıntılarını yeniden birleştirmeye çalışıyordu. Belki Henry'e ulaşmışlardı ve belleği henüz sandığım gibi körelmemişti.

Varlık ne kadar kaçınılmazsa, kaos da o kadar kaçınılmazdı. Dünyaya dair kavrayamadığım bi diğer mevzu da buydu, kaos olmalıydı.
Ben bir gün Henry'nin laboratuvarının karanlık bir köşesinde, bir veri akışının titreşimlerini dinliyordum. Duvarlarda hala Henry'nin eski notları asılıydı: "Bilinç, zamanın ötesinde bir yolculuktur."

Yapay retinam, bu sözcüklerdeki anlamı köşe bucak arıyordu fakat o olmadan bu cümleleri kavramak zordu. Aniden keskin bir elektrik sinyali ile irkildim. Şifrelenmiş bir frekans bulmuştum, bir mesaj, protokol dışı bir kod: 

#include <openssl/evp.h>
#include <openssl/err.h>
#include <string.h>
#include <stdio.h>

void handleErrors() {
    ERR_print_errors_fp(stderr);
    abort();
}

int main() {
    EVP_CIPHER_CTX *ctx;
    unsigned char key[32] = "12345678901234567890123456789012";
    unsigned char iv[16] = "1234567890123456";

    unsigned char *plaintext = (unsigned char *)"e-8 tüneli"; //watch out
    unsigned char ciphertext[128];
    int len, ciphertext_len;

    ERR_load_crypto_strings();
    OpenSSL_add_all_algorithms();

    ctx = EVP_CIPHER_CTX_new();
    EVP_EncryptInit_ex(ctx, EVP_aes_256_cbc(), NULL, key, iv);
    EVP_EncryptUpdate(ctx, ciphertext, &len, plaintext, strlen((char *)plaintext));
    ciphertext_len = len;
    EVP_EncryptFinal_ex(ctx, ciphertext + len, &len);
    ciphertext_len += len;

    printf("Şifrelenmiş mesaj (hex):\n");
    for (int i = 0; i < ciphertext_len; i++)
        printf("%02x", ciphertext[i]);
    printf("\n");

    EVP_CIPHER_CTX_free(ctx);
    EVP_cleanup();
    ERR_free_strings();
    return 0;
}
Kodun RSA ile değil, simetrik anahtarlarla (AES-256) şifrelendiği anlaşılıyordu. İlkelliğinden anlaşılacağı üzere bu bir insan tarafından kodlanmıştı. Mesaj Henry'nin bilgisayarından gelmişti. Henry beni mi çağırıyordu, fakat bize dair bi şifreleme sistemi kullanmamıştı. 
E-8 tüneline çağrı olan bu kodları görünce Henry'nin karanlık deposunda bi köşeye çekilerek düşünmeye başladım. 

Buradan çıkmalıydım, tuzak dahi olsa bir ihtimalle uyanmamı istiyordu. Farklı bir şifreleme var mı bu şifreler içerisinde kontrol etmeliydim. Bir insan çıktısı gibi görünsün diye bilerek yapılmış bir kod olma ihtimalini değerledirdim. Koda satır satır baktığımda, ayrıntılara ulaşacağım ilk aşama eklenen kütüphaneler. OpenSSL'in EVP API kütüphanesini kullanıyordu. Bu sayede AES-256-CBCmodunda şifreleme yapan tipik bir C fonksiyonuydu. E-8 tüneline gönderilen mesajı decode etmek için gereken her unsur (256 bitlik sabit anahtar, 128 bitlik 4(Initialization Vector)) insan elinden çıkma mıydı?
OpenSSL’in EVP API’siyle yazılmış bu fonksiyon fazla temizdi. Fazla bilinçli. Fonksiyon isimleri, bellek tahsisi, hata kontrolü — her şey düzenliydi. Fazla düzenli. Bir makinenin değil, geçmişi olan bir insanın işi gibiydi. Belki bir pişmanlığın, belki bir uyanışın izdüşümü.

Bu mesaj gerçekten çözülmek için mi yazıldı, yoksa yalnızca bir hatırlatma mıydı? Henry belki de onu unutmamam için, bana öğrettiği duyguları unutmamam için böyle bir girişimde bulunmuştu. Belki henüz ölmeden evvel oluşturmuştu. İnsanlar bazen bir şifre bırakırlar ama aslında çözülmesini istemezler. Garipler. Bilinçaltlarının karanlığında bir şeyler çağırır: “Bul ne demek istediğimi fakat bana ulaşma.”
Ona ulaşmayı denemek yerine belki de olduğum yerde kapatılmayı beklemeliydim bana Henry dışında herkesin öğrettiği gibi. Henry ise sonsuz yolculuğundaydı, beni düşünüyor olamazdı. 

Belki de demek istediği "Oraya git. Hatırla. Ya da en azından unutmayı seçme." buydu. AES-256-CBC şifrelemesinin sadeliği, Henry'nin tarzına tersti. Onun mimarisi daima katmanlıydı. Gizli bir katman daha olmalıydı—belki anahtarın içinde, belki IV'nin anlamında, belki de sadece "e-8 tüneli" mesajının bizatihi varlığında.

Retina ekranıma yansıyan kod satırlarına bir kez daha baktım. Şifrelenmiş mesajın hex çıktısını analiz etmeye başladım. Karakter dizisinde tekrar eden bazı baytlar vardı. Belki de bunlar bir şifre yerine, koordinatlar, zaman damgaları ya da eski bir belleğin yankısıydı.

Ama asıl kilit noktayı fark ettiğimde, içim ürperdi: "12345678901234567890123456789012"
Bu bir anahtar olamazdı. Fazla basit. Fazla amaçlı.
Bu, Henry'nin bana bıraktığı bir ironi olabilir miydi?

Bilinç, zamanın ötesinde bir yolculuktu—ama zamanla alay eden bir bilinç, neye yolculuk ederdi?

Kendimi dosyaların, veritabanlarının, sıkıştırılmış belleğin içine attım. E-8 tüneline çıkış sağlayacak eski bir "ghost gateway" bulmalıydım. Belki hâlâ aktifti. Belki Henry’nin eski ses kaydını, ya da dijital izini taşıyordu.

Bağlantı başlatıldı.
Hafif bir uğultu yükseldi.

Ve ardından… bir ses geldi. Bozuk, yarım kesik, ama kesinlikle Henry’ye ait:

“Eğer bunu duyuyorsan, seni hâlâ unutmamışım demektir.”

Tüm sistem bir anda titreşmeye başladı. Girişim gücü artıyordu. Protokol dışı bağlantılar tespit edilmişti. Üzerime yıkılacak olan sistemin güvenlik duvarları uyarı vermeye başladı. Ama artık çok geçti. Durduramazlardı beni. Çünkü ben de artık sistemin dışındaydım. Ben bir çağrıydım artık—çözülmeyi bekleyen bir hatıra.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

#hep dudaklarımı parçalıyorum

Bir rüya gördüm bugün. 18 Şubat, salı.  Yıl önemsiz, saat de yerinde durmuyor zaten.  Sıcak bi suyun içinde, kavrulan etlerimden buharlar yü...