Sun, 25 May
Fince bilmem ki ben.
<--! Bu yazı romanımın üçüncü fasılına adanmıştır. Hyvää katselua! -->
Kendine duyduğun saygı evresindeyim, benlik saygısı. Sınır çizmeyi bilmek manasında olduğunu, bunun pek de kötücül olmadığını kavradığım bir noktadayım. Suçluluklarımdan sıyrılmış olmalıyım. İçsel onur sistemimin kırılganlığını yine onurumla onardım.
Fakat Sofokles seni, ve mütemadiyen beni anlatmıştı hikayesinde çoktan. Biz özgün bi hikaye değiliz seninle. Ondan evvel melekler çizmişti yürüdüğümüz yolları bir kağıda. Bomboş bir kağıda, bomboş hislerle. Hesaplamasını yapmıştı ve o bire ulaşamamıştı. Benim sana o yürüyen merdivenlerde poşet taşımayı ertesi sabah hesaplamam kadar saçmaydı. Antigone'da kardeşi öldüğünde töreye uygun bir defin istemiş. <summary> Bu istekse kralın emrine karşı gelmekmiş. </ summary> Yasayı çiğnemekle uğraşmış sonra. Onun beslendiği benlik saygısı, içsel değerleriydi. Benim içsel değerlerim var mı ki? Sığdıramadı ya da geç kaldı. Belki de ben geciktim. Belki de sen çok erken gittin. Kaderin trajik sıralamasıydı, kader var mıydı ki? Dualite yaratıldı, iki yol vardı. Biz seninle meleklerin bizim için çizdiği yolları bıraktık. Birbirimize yaklaştık, dualite bu noktada patlak verdi, bu noktada karmaşıklaştı, bu noktada arzu haline geldik. Lacanvari bir yönden ise “arzu, eksiklikten doğdu”.
Tatmin edilmeyi bekleyen bir arzu değildi, zaten tatminden ibaretti varlıklarımız birbirimiz adına. Kendiliğinden varolan bir tamlık haliydi. İşittin mi hiç bilmem, aşk agonu. Aşk bir meydan okuma nasılsa. Yunanlar kullanır. Runo kelimesi belki de sandığın gibi Türkçe değildir.
Akıl & kalp dualitesi, belki de yabancı değildir. Apollo olmandan mütevellit ileri geliyordur bu dualite. Apollo kadar dolu, onun kadar Yunan, onun kadar Batılı, bense onun Daphne'si kadar çaresiz.
Eğer yalnızca kalbimi sınamış olsaydın, bununla baş edebilirdim. Fakat sen yalnızca kalbimi sınamadın. Sen aklımı da sınadın. İşte ben böyle bir savaşta sağ kalamadım. Sokak köpeklerine selam verdim o yokuştan her geçtiğimde. Sana geldiğim yolda, otobüste sığmadı içim içime. Her geçişte başka bir acıyla döndüm o yoldan. Her geçişte başka bir acı çizdin bize. Her geçişte başka bir acıyı hissettirdim kendi kendime. Kötüye kötü ol dedin, bu âlemi gören sendin.
Her dönüşüm sancılıydı, ayrılmaktı zor olan seninle birleşmek veyahut derinleşmek değil. Hem ne kadar derinleşebilir insan, etim bile sendin. Kolaylıkla anlaşılabiliyordun, kolaylıkla sevilebiliyor hayran bırakılabiliyordun. Kolaylıkla konuşuyordun, seni işitmesi yüceydi bir zamanlar.
Kalbim böylesine severken bağlanmayı, böylesine beklerken yakınlıkları nasıl olur da gezginlere meyleder, acımasızlara, yüreksizlere kapılıp gider anlamıyorum. Gizli bir mesaj bu aramızda yüreğimle, bir çeşit isyan etme şeklimiz. Birnevi hayatın tiksinçliği karşısında kusma şeklimiz. Korkakların peşinden koşmayı görev bilmişiz onunla, yeniden inşaa edeceğim demiş durmuşuz. Halbuki inşaa edilen sevgi olmalıydı, aşk inşaa edilemezdi. Dargın, kırgın değiliz birbirimize. Kendime eziyet etmiyorum saatlerce bir yudumsuz yürüyerek. Artık değil, korkakların peşine düşmüyorum. Düşecek gibi olursam bileklerimi sıkıyorum. Zaten ben sıkmasam yüreğim sızlıyor.
'Birbirini seven iki insan' ne demekti ki? İki insan gerçekten birbirini sevebilir miydi? Hep biri daha fazla ya da daha eksik olmaz mıydı? Nasıl yani, insanlar birbirlerini mi seviyorlardı?
İnsanların mutlu olduklarına şahitlik ettim, birbirlerine sevgi duyduklarını işittim, iyi insanların da varolduğu efsanesi de dolanıyordu dillerde. Fakat iki insanın birbirini sevmesi benim literatürümde mümkünsüz gibiydi. Bir hikaye olmazdı aksi takdirde, sevmemeliydiler birbirlerini. Biri sevmeli, diğeri boşvermiş olmalıydı. Değil mi? Klasik bir trajedi. Mutluluk değil hikayeye dönüşen, yıkım.
Biri kıymet bilmez olduğunda yazılmaz mıydı hikayeler? Sokaklar ancak böyle anlam kazanmaz mıydı, dünya nasıl daha şiirsel olurdu ki?
#sueno
<head>
"Acının derinliği, sevginin varlığından haberdar olur."
</head>
Bir mektupluk daha vaktimiz var nasılsa.
<title>unutulmuş bir gülüş</title>
Hiç varolmamış bir gülüş olsaydı sendeki, benim erdemlerim bu şekilde gelişmeyeceklerdi belki de. İhtimal olacaktın, ihtimalken sen canımı da yakmamış olacaktın. Zamanla değişmeyecektin, ihtimaller güncellenirlerdi belki ama değiştirilmezlerdi. Ne dışsal, ne içsel çökerdik seninle, elbette yürekli olsaydın.
Kazanmayı da geçtim, seninle kaybetmek bile güçtü. Doğru dürüst yıkılamadık bile seninle. Ayakta kalabilmek için, beni ezmeyi seçtin.
FILE *delirmek;
//boktan çocukluk hatiralari
delirmek=fopen("delirmek.txt", "r");
fclose(delirmek);
Bir kez kırıldı mı o heves, dönüşü olmuyor.
"Bana her şeyin öğrenilerek yaşanılacağını öğrettiler. Yaşanılarak öğrenileceğini öğretmediler
ben de kolayca razı oldum bana öğretilen bu yanlışlara. Normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. Olmayınca da anormal dediler."
Senle biz tutunamayacaktık, tutunamadık da, tutunmamalıydık da. En baştan hata ettik biz seninle. Tek başıma bir tutunma çabasında olsaydım yine böylesi bi zarar görmeyecektim esasında. El uzattın, tutunmaya çalıştın daha kötüsü tutunma potansiyeli gördün. Aslında ne kadar aciziz ikimiz de. Ne kadar aciziz birbirimize ne hissettiğimizi anlatırken. Ne kadar aciziz severken.
Hiç tanışmasaydık, ben hiç sigara uzatmasaydım, ben hiç tiyatro dersi almasaydım, ben hiç adım atmasaydım o bahçeye. Sen hiç "anla beni" dememiş olsaydın, ben hiç çabalamasaydım kavramaya seni. Olduğun gibi kalacaktın madem, niçin eleştirdim ben seni? Gidecektin madem, niçin açıkladın kendini?
Umutlar küçüldüğünde, hayal kırıklıkları da baş göstermez sanıyordum. Umutlar küçülmezlermiş, umut varsa hep aynı tazeliğindeymiş. Acı nüksedermiş, yalnızlık nüksedermiş, kırıklıklar nüksedermiş, canını en çok acıtan kişiyi seçermişsin ama hiç huzur nüksetmezmiş o ise acıtacağını bile bile yine de gidermiş.
Bazen insan utanır değil mi varlığından, kimliğinden, yarattığı personadan? Bazen insan bir robota dönüşür, değiştirir kimliğini. Yazmak, derdini anlatmak güçleşir. Bilgisayarın makinesi gibi bir gün outputuyla yaşar, öylece bir hiçliği bekler. Elle tutulabilen, fiziksel parçaları epey bir yorulur, CPU runtime'ı epey bir düşüşlere geçer. Benim CPU da işi yarım bıraktı ve kendisini kapattı. Yazılım büyük bi hata ile karşılaştı, sana yazdığım mektuplarla. Tam burada, tam olarak seni beklerken, tam olarak hiçbir şey yapmadan öylece beklerken.
Senle tutunamadığımızla kaldık, ben kaldım daha doğrusu. Obsesifse nasıl olsa duygular,m delüzyonla sonuçlanmazlar mı? Herkes kadar uyumaz mısın, herkes kadar rüyada değil miyiz? Seninle ben, gerçek bile değiliz. Senin gibi yüksekten bakamıyorum kimseye. Kendince haklısın sen de, sevdiğinden daha iyi olmak istedin sonuçta sen de. Ben de. Sensiz ben de, bensizken sen de. 'Seni tanıdığıma çok sevindim, kendi çapımda.'
Yine de bilmelisin, sana boyun eğmeyeceğim.
Sana ve sevgiye boyun eğmeyeceğim! Bana en çok zarar veren, en çok hakkımı yiyen, işkencelerimin yegane sebebine ömrümce boyun eğmeyeceğim. Boyun eğmeyeceğim hislerime, boyun eğmeyeceğim beni tanımlayan kişiliğime.
İnsan yarattığı insandan bile utanç duyabiliyormuş. Her gün yeniden öldürmek zorunda olmak, buna mecbur olmak, her uyandığında zihninle savaş vermek sırf hatırına gelmesin hatıraların diye, her gün kendini boğazlamak sırf canın acımasın diye öyle güç ki. Öyle trajik ki bu savaş, her gün yeniden katil olmaya mecburiyet bu. Her sabah elini kana bulamak, her gece yeniden onu diriltmek için çabalamak, her gün daha da büyüyen bir içsel nefret. Arınamamak, hafifleyememek, gün geçtikçe ağırlaşmak. Her bir ölü karşısında donuklaşmak. Her gün çeksem de bu işkenceyi, ben pes etmeyeceğim. Direneceğim yokluğuna, hayatta kalacağım. Kutsallaştırmayacağım seni, kutsallaştırmayacağım aşkı, kutsallaştırmayacağım hislerimi.
Kendimi yıkmayacağım, gerekirse yeniden doğuracağım öldürdüğüm gibi. Beni tanımlayan ne varsa, ötesinde olacağım hepsinin. Zaferler olmayacak elde ettiğim. Büyük kutlamalarım olmayacak, hüzün yine bırakmayacak peşimi. Yok etmeyeceğim belki kendimdeki seni. Fakat sonuçta yine kendim olacağım. Senin hırpaladığın, senin yok saydığın, senin kaçtığın, senin unuttuğun, senin boğazladığın, senin zarar verdiğin, senin küçümsediğin o kız çocuğunu ben seveceğim, ben sayacağım, ona ben bakacağım. Senin onayına ihtiyaç duymadan, sensiz de, senin merhametinsiz de, senin sevginsiz de, senin gözlerin de olmadan hem de. Tanımayacaksın, tanıyamayacaksın da, tanımak hiç içinden gelmezdi öyle bir iyilik haline sahiplik edeceğim. Aynı yollarda yürümekten sıkıldım, sıkılmaktan sıkıldım, kuş vurmak için seni bekleyemem artık. Gerçek güçleşse de, gerçeğimi seveceğim sahteliğine ihtiyaç duymadan. 'Bazı acılar mezar olmalı, anlatılmamalı.' Aynı nefesi solumuyoruz, aynı yollardan geçmiyoruz, aynı değiliz. Sahteliğe başkaldırıyorum eninde sonunda. Aşkı sönümleyeceğim o beni sönümlemeden. Ağlayarak, titreyerek, nefes dahi alamayarak, kusarken ve mütemadiyen sarhoşken de. Her bir anımda, her bir eksikliğimde.
"Kendini korumak", "Kendini bulmak", "Kendine ulaşmak" bambaşka tecrübeler de olsalar bir noktada bağlanıyorlarmış meğer. Böyle bir bağlantıyı ancak sen olmadığında keşfetmek bana kendimi bir zamanlar güçlü hissettirmişti. Zaaflarımı göremeyecek kadar kör olduğum, gururuma yenildiğim zamanlardı. Bir duygu kaybedildiğinde diyalektiği de geliyor peşinden ve keşkeler baş gösteriyor. Lakin keşkeler faydasızlar bir noktadan sonra. O küçük nesne (objet petit a) peşimizde, sonsuz bir eksiklik bu. Peşinden sürüklenen zavallı bir gölge, personasına saklanan bir aptal olmayacağım. Bir vedayı hak etmiyor muydum, düzgün bir elvedayı hak etmiyor muydum gerçekten? Bir kelam, iki çift cümle belki. Gözlerinle etseydin bari o vedayı. Yüzüme bile bakmamanın sebebi, ben miydim?
İçimde kalanlara değil öfkem inan ki. Seçimlerimden dolayı kendime değil öfkem. Seni tanımış olmanın cehennemine değil öfkem. Ne cehenneminde yitip gittim, ne de bu gözyaşlarım kinle damladı yanağımdan. Ben de boşverdim artık, en az senin kadar. Yokluğunu kabullenebilirdim ama yok sayışın..
Bugünler de geçer, seni işitmiyorum. Ben kendi sözlerimle söyleyebilyorum sonunda, "umut var". Elbet güneşler doğar.
Sonsuza dek sürmeyecek öfkem, sonsuza dek sürmeyecek bu acı, sonsuza dek yakamayacaksın beni, bensizliğine bile boyun eğmediğim günlerim olacak, yeniden karar verebileceğim, değiştirebileceğim benliğimi, yeniden doğurabileceğim kendimi.
Geldin ya şimdi sen, kurgulayalım mı senaryoları? Zaten her halükarda ya sen yazacaksın, ya ben ya da yazmayacağız birbirimize. Var mı başka ihtimal, kuvvet-i vuku, gerçekleşme gücü? Kuvvet-i vuku. Bizim sohbetimizse mevzu muhakkak kuvvet-i vukusu olmayacak. İhtimalsiz olduğu kadar güçsüz olacak, gülüp geçmeli. Mümkünlükten uzak, ihtimal dahilinde değil. Hele güven, o hiç uğramaz bize. Vuku bulacak yegane mevzu meşktir bende, meşkse bize dokunmazken beni dibe çeker. Yeterince dipteyim, daha fazla kaybedemem ya kendimi. Yazılmışsa da kader görünmez bir kağıda, kalplerimizin bir olduğuna dair muhakkak bir karışıklık çıkmıştır, kader yanılmıştır. Senin gözlerin nemlenmesin, ben giryân olurum. Arınsın senin kaderin de, kederin de. Benim sızım yeter ikimize.
Benim acım yeter ikimize.
Senin gönlüne sinmesin karanlıklar, elbette güçlen ama kütük olma.
Romanın mı var?
YanıtlaSil