28 Haziran 2023 Çarşamba

Kabus#2

Derinin altında gizlediğin sır nedir?

Kafaları masaya dayanmış sandalyeler kadar ortak bir noktadayız oysaki. Ancak yine de hepimizin kendine özgü fikirleri var. Herkeste başka bir sır. 
Sırlar çoğu zaman özlemle yoğuruluyor. 
Özlemiyorum diyemem, çok özlüyorum ve yazılarımı da etkiliyor bu duygusallığım. 
Daphne ister istemez müdahil hipotalamusa. 

Efes de eşlik ediyor mudur bu serüvene? Bana öyle uzaksın ki. 
Küçük bir grup, dedikodu kazanı ve bir tutam biberiye ekle. Tarife sevgini, bolca nefretini de koymayı ihmal etme. 
Aden: " Süsen!"
Süsen deme şuna, öğrenemedin mi ismini hâlâ? Atropa belladonna o. 
Güzelavrat otu derler bizde ona. 
Her yerinden zehir akıyor yaprak, çiçek, gövde ve meyveleri atropin toksini üretiyor. 
Kas felci geçireceğini sanmıyorum, kusman muhtemel. Kas felci korkutmamalı. 
Belki de keşiflerine ilham olacak olan bu kusmuktur. Trajikomik bir ironi.
Hipotalamusun derinliklerinde ilginç bir oyun döner. Dürtülerin saklanmış, çoğu zaman gösterilmemiş gizinde yatan bu hazine Daphne gibi şımarık bir kız çocuğunun ellerinde. 
Hayatın kaynağı olan iştah yatıyor bu bezde.

 Besin mi diyelim yiyeceklere? Besinlere duyulan istek ve arzumuzun kaynağı sende. 
Fizyolojik tamam da psikolojik olarak bile etkileniyor bu illet. Bunu düzenleyen hormonlar da coştu mu coşuyor, küstü mü küsüyor insana. Leptin tokluk, apati yaratıyor. Ghrelin ise açlık, aşerme. Açlık ve toklukla batchata yaparken buluyorsun kendini apansızca. 
Susuzluk da Daphne'nin kontrolünde, uyku da. 

Her şey sana bağlı Daphne, oyun kurucu sensin. 

Ama ailemi seviyorum ben Aden. Oyun kurucu olmak istemiyorum, oyun bensiz devam etsin de demiyorum ki. Sıradan bir oyuncu olmak, kimi zaman şut çekmek kimi zaman pas atmak istiyorum yalnızca. 

Mikrofon elinde, tüpe zam gelmiş olmalı. 
Millete bakıyorum telefonu cebinde telefon ile konuşuyor. Kaymakam olacak bizimki büyüdüğünde. 

Derinin altında ne var? 

Epidermis var işte, zeytini toplayan o. Erik ağacının bir meyvesi ziyan olacak diye ne kadar dertleniyorlar biliyor musun sen? Epidermis sımsıkı bir kalkan, kampa giderken unutulan battaniye. Güneş nefes verdiği vakit renkleri uyanır, kapkara olursun. 

Dermis var bir de bilirsin. Elastikiyet diye telafuz etmekte zorlandığım bir özelliğe sahip. Dayanıklılık ve elastikiyet ondadır. Sinir uçları, kan damarları yollarını burada bulur. Duyguları hissedersin epidermis sayesinde. 
Niçin derinin katmanları çekti ilgini biranda?

Narkotikçi bir polis memuru maseratiye biniyor ve villada oturuyormuş. Karısı ise zayıflama çayı satıyormuş. 

Derinin katmanları değil kastım, yanlış anlaşıldım. Hipo dermisi unuttun, yağlı hücreler konaklar orada. Sinirler köprü gibidir arasında. 

Sporcuyuz, siyaseti sevmeyiz. Bahçeli var, bahçesiz var. Meral Akşener resti çekti, size hayatta başarılar. İstanbul'da emeğimiz vardı. CHP ile muhabbeti araladı, altılı masaya geri dönmesinin üzerine oy kaybı pek bir fazla oldu. Sanırsam tamamen zıtlaşmaya başladılar. 

Hipo dermis diyorduk. Cildin en alt tabakası. Termal izolasyonu ayarlayan, seni darbelerden koruyan lakin onbeş temmuzdan müdafaa edemeyecek olan, enerjini depoladığın bir katman. 

Tanrı dünyayı üç günde yapmıştır. 

Atomaltı parçacık fiziğinde de üç temel parçacık bulunur. Elektronlar, protonlar ve nötronlar. 

Hiç oraya girme derim ben. Bırak bu yazımızı da kirletme bilimsel saçmalıklarınla. 

Bilimsel saçmalıklar mı dedin sen? Sanırım yok olma arzunu ancak böyle güzel dile getirebilirdin. Seni keserim! Şu karavanı görüyor musun? 

Otizim spektrum bozukluğu da diyebilirsin buna. 
Hayatınız yalan ya. Örümcek gördüm diyorum, neden inanmıyorsunuz. 
Neden insanlar sana "Pardon!" şeklinde seslendiklerinde korkudan bayılacak gibi hissediyorsun ki? Kan basıncını arttırma sebebin tam olarak vazopressinden mi gelmekte? 
Bira içmekle alakalı değil bu aşırı idrar ihtiyacın. 
İki dakika içinde yataktasınız. 

İnsanlar değer verdikleri yardıma ihtiyaç duyduklarında içten bir arzu ile onlara yardımcı olmak isteğinde bulunabilirler. 
Fakat önüne bir engel çıkar, adım dahi atamazsın. 
Değer verdiği insanlar herhangi bir yardımı kabul etmiyor, istemiyorlarsa eğer onlara yardım etmek imkânsızdır. 
İnsan güçlü olmalı ve kendi değerlerini yaratmalı değil mi Nietzsche? 
İnsanların yardım kabul etmeme sebepleri onların bağımsızlıklarını kısıtlıyormuşuz gibi hissetmeleri mi? 
Kendi gücünü kanıtlamak adına, zorluklarla baş edebilirim mantığı ile ortaya atılan bir takım insan topluluğu mevcut. 
Bu tarz insanlara karşı anlayışlı olmak kişisel olarak zorlandığım bir deneyim. 
Yardım almak zayıflık mıdır ki? 
İnsan hem güçlü olmak ister, hem de muhtaçtır. 
Başkalarının hayatlarına karışmak yerine, onların özgürlüklerine saygı göstermeli. 

Gururum bencillikle bezeli sanıyorum. Kendini yücelten, diğerlerini küçülten dişi bir kaplan gibi ruhum. Gururum kurtarır aşağılık kompleksimden beni. 

Öfkem patlamaya hazır bir volkan, dövüşe hazır bir antilop. Tutkulu kavgalarım geliyor hatırıma. Kendini kontrol edemez, gücü elinden bırakırsın. Şiddet ve yok etmenin büyüsüne kapılırsın. 

Bir de kollarımı bağlayan, ayacıklarımı yerine zamklayan bir tembelliğim var. Beni de kendisi ile birlikte derinlere doğru çeken bir ağırlık var. Rahata ve lükse dayarsın sırtını çok güvenliymiş gibi. 

Hırslarımın tezahürü açgözlülüğümdür. Paylaşmak kavramının yok oluşu, daha fazlasına duyulan doyumsuzluklar, arzu atakları, gözlerden çıkan ışıltılar toplaşarak deler geçer zihnimi. Sahip olduklarına yetinemem bu günaha bulaştığımda. 

En kötüsü ise kıskançlığım sanırım. 
En kötüsü ise kıskançlığım.
Kıskanç biriyim. Beni içten içe çürüten bir zehir. Sinsice sarmalar ruhunu, sana zarar vermek dışında bir işe yaramaz. İçindeki kıvılcımı söndürmeye izin verirsin eğer bu batağa düşersen.
Işığını kendi kendine söndüren biri olursun bir süre sonra. 

Oburum. Yemek yemek benim için hırslı bir aktivitedir, terlerim. Hayvanidir güdülerim, açlığım sınırları aşar. 

Arzum da eksik kalmaz bu tantana ortasında. Günah sayılabilecek düşüncelerin bedenimi sardığı anlar. Karanlık sırları açık eder zihnim, şehvetle yanar tutuşurum. 

Tanrının yasakladığı tüm günahlara sahip biri olarak söyleyebilirim ki pek zamanım kalmadı.

Aden: "Ne diyorsun sen, kendine gel! Bedenimiz hakkında doğru düzgün konuş!"

Kalmadı. Sona yaklaştığımı hissedebiliyorum ve buna bir dur da diyemiyorum. Çok seviyorum, çok özlüyorum insanlığı ben. Sahip olmak istediğim duygular zorla benden çalınıyor gibi hissediyorum. 

Aden: "Hiçbir zaman sahip olmadığın duygular senin arzuların."

Nefesini tut ve bana bir söz ver. Akvaryumun içerisine doldurulmuş suda köklenen güller adına söz ver bana. Üç melun adamın temsili üç melun gül adına söz ver bana. Nefreti, sevgi sayesinde tanımayacaksın! Diyalektiğe bütün varlığın ile karşı çıkacaksın.

Aden: "Üzgünüm, melekler beni belki de kontrol etmiyorlar bu yönde lakin yine de inanıyorum bu yolun sonuna varabileceğime."

Arkadaş, belki de ailen, aşık olduğun, sevgi beslediğin, güldüğün, zırladığın, sevincin, hüznün, öfken, öfkemiz, açgözlülüğümüz, sevilmeyişlerimiz, hakaretler, tecavüz ve saygısız davranışlar.. 
Yapayalnızız. 
Şu an canın çok yanıyor çocuğum biliyorum, ne istediğini sorsam gözlerini yumar konuşmazsın benimle. 
Sana sormuyorum neye ihtiyacın var diye. 
Seni kınamıyorum bir ihityacın yok diye. 
Fakir misin? Aramızdaki en fakiri oylayalım mı? Hayır bekle beni, en çok da ayakkabılar. Ayakkabılarınızı kaça aldınız ya? Hazal sen başla, kaça aldın? 
Ağlamıyor musun sen de? 
Senin de canın acımıyor mu? 
Ben elendim, güçsüzdüm ve ölmeyi seçtim. Bir insan bir defa ölüyor sanırsam, ben yıllardır öyle büyük bir istekle sarıldım ki ölüme, her saniye peşimden ayrılmadı. Ruhumu infilak edecek olan bu isteğim değil de isteğimdeki istikrar sanıyorum. 
Benden bağımsız bir şekilde birikiyor olmalı acılar. 
Ben, sen değilim! 
İsyanım size değil yanlış anlamayın. Tek başına yüklenmek zor geliyor sanırsam. Bir başına sırtlanmakta zorlanıyorum. Sorumluluk almaktan kaçıyor oluyorum. 

Aden: "Odak noktanı değiştirmelisindir belki de."

Muazzam bir tavsiye, niçin sen yapmıyorsun benim yerime? 

Aden: "Pekâlâ, tek bir şart ile yapacağıma dair söz verebilirim."

Şartın nedir? Öncelikle beni öldürmelisin ki seni başa geçirebileyim. İsyankâr biri işe yaramaz, biliyorsun. 

Aden: "Biliyorum. Yaşamak bir kenara dursun ölmeyi bile beceremiyorsun sen. Şartım portremizi çizmen değil, istemiyorum suratımı seyretmek. İsyankâr biri işe yaramaz, istemem portremi. Hayır istemem salsa, batchata, tango. Dans etmeyi sevmiyorum. Tahmin ettiğin gibi güçlü değilim ben. Canım gerçekten yanıyor."

Allah rahmet eylesin şimdiden, hoşçakal.

Aden: "Allah ne?"

Allah işte, Tanrı, yaratıcı ya da o tarz bir şey. Bir şeyler yaratmış bizi de arasına koymuş gibi düşün.

Aden: "Bilmiyorum ben öyle bir varlık, nerede bulunur kendisi? Yeterince yüce midir?"

Anlatıldığı kadar yüce olduğu konusunda şüphedeyim. Ayın tamamen ışıldadığı bir gündeydik. O nerede bilmiyorum, muhtemelen uzaklarda. Belki de unuttu bizleri. Belki de hiç var olmadı da bizler kendimize oyunlar kuruyoruzdur. Şartların nedir?

Saygı duyduğum birinden ben karaktersizim, başka insanlara özenerek yaşıyorum laflarını işittikten sonra yeniden kavradım insanların ne denli kendilerini aşağılamaya meyilli olduklarını. Şartın neydi bu arada? 

Aden: "Biraz beklesene, Daphne geliyor. Hey, Daphne!"

Daphne: "Ben bugün kendime zarar verdim. Ben bugün kendime zarar verdim. Ben bugün kendime zarar verdim. Ben bugün ke-"

Aden: "Hey, hey! Bir otur bakalım şöyle, neden söz ediyorsun?"

Daphne: "Ben bugün kendime zarar verdim."

Daphne tekrarlı cümleler kurmaya devam ediyordu. Aden duruma müdahale etmek istiyor, anlamlandırmak istiyordu böyle bir davranışı. Ne yaşadığı veya nasıl bir zarar verdiği değildi umurunda olan. Medusa ise Aden'in aksine daha bir dikkatle incelemişti Daphne'nin acısını. 

Aden: "Hey, sakinleş. Bu tekrarlı cümlelerin amacı nedir Daphne?"

Medusa Daphne'nin ellerini sımsıkı tuttu ve bir taşa oturttu. Gözlerinin içine bakarak konuşuyordu. 

Medusa: "Güvendesin, yanındayız Daphne. Senin için endişe etme sebebimiz sana olan sevgimizden. Bizleri yanlış anlama, ağzından çıkan sözler boşuna çıkmıyorlar. Sana ve sözlerine değer verdiğimizi bil, kusman gerekiyorsa kus. Rahat olabileceğin bir alandasın, unutma bizleri."

Daphne Medusa'nın kollarına bıraktı kendisini ve konuşmayı bıraktı. Yalnızca hızlı hızlı nefesler alıyordu. 

Aden: "Daphne söylesene, en büyük soykırımı hangi millet yapmıştır?"

Daphne çekinerek de olsa bu soruya cevap vermek isteyerek başını Medusa'nın göğsünden kaldırarak Aden'e doğru çevirdi. 

Daphne: "Nazi holokostunu kast ettiğini sanmıyorum, fakat millet diyerek bunu kast ediyorsun. Sömürgelerin holokost girişimleri her daim daha fazla can almıştır. Kongo'da kauçuk ve elmas gibi doğal kaynaklardan maksimum verim alabilmek adına katledilen canları sayarsak eğer Kongo lideri Leopold'u öne sürebilirim. İnsan haklarına aykırı katliamları saymıyorum. On milyondan fazla kişinin canını almış Leopold'dan söz ediyorum."

Medusa: "Daphne hadi bana beşinci rafta bulunan ansiklopedilerden üçüncüsünü getir."

Daphne: "Kaçıncı fasikül olsun?"

Aden: "Görmüyor musun hâlini, sırf bu bilgi aşkından dolayı bile öldüremezsin sen kendini."

Don't fall asleep. 
Don't fall asleep. 

Medusa: "Bugün yaşananları anlatmak ister misin altmış yedinci fasikülü getirdikten sonra? Her şeyi en baştan senin dilinle işitmek isterim."

Daphne: "Benden nefret etmeni istemiyorum. Getiriyorum fasikülü."

Medusa ve Aden birbirlerine bakarak pek şey anlatmışlarken Daphne fasikülü aramaya koyulmuştu bile. Amacı neydi bu ansiklopedinin şimdi? Leopold hakkında daha fazla bilgi edinmek mi? Başka soykırımları öğrenmek mi? Yalnızca kafasını dağıtmak mı? Onca soru içerisinden sıyrılarak kaçamazsın bu hengameden. 

Bal gibi de kaçabilir ama kaçmayacak.

Daphne: "Neşe dolu ve yorucu bir gündü. Vahşetten söz etmemiz bekleme bu saatte. Yine IŞİD benzeri örgütler kanlı saldırılarda bulunmuşken üstelik."

Medusa: "Saçmalama Nazi holokostu ile karşılaştıramayacağın bir konuyu açtın şu an."

Daphne: "Aksine çok benzer. Ölüm içgüdüsü/ ölüm dürtüsü denilen bir fikir ortaya atılmıştı çoğu psikanalist tarafından hatırlatırım. Yaşam dürtüsü ve ölüm dürtüsü çatışması arasındaki salınımımız üzerine Klein pek fazla açıklama yapmıştır."

Medusa: "Melanie Klein'den mi söz ediyorsun? Hani şu çocuk psikanaliz yazarı? Freud'la mı oynamış bu kadın?"

Daphne: "Eros ve Thanatosu bir kere daha anıyorum. Özledim onları, yakın zamanda gelmeleri gerekiyordu fakat hâlâ ortalıkta yoklar ve bu beni endişelendiriyor. Her neyse evet Klein Freud'a taşak göstermiş diyebiliriz. Yıkıcılık insanın içgüdüsünde bulunuyormuş diyor aslında ikisi de. 

Medusa: "Saldırganlık bir içgüdü mü şimdi?"

Daphne: "Nefreti de bu kategorinin içine sokuyor sanırım Klein ve Freud. Travma yaratıcı bir deneyim karşısında geliştirdiğimiz bir içgüdü olduğunu savunuyor Freud.

Medusa: "Narsist yaralanma da doğuştan geliyor o halde."

Daphne: "Bu hususta bazı görüşler bunu destekliyor fakat bildiğim kadarıyla Klein'den çıkma bir fikir değil bu."

Medusa: "Bunu deneyimledin, lakin bunun ne yararı olacak çözümümüze?"

Daphne: "Haklısın sorunun cevabı bu olamaz ve kesinlikle çözüme de bir katkısı olmayan bilgiler bunlar. Sorunu tanımlayabilmeliyim öncelikle."

Medusa: "Pek zeki değiliz biliyorsun, yavaş yavaş gitmek daha mantıklı bu tarz bilimsel bilgiler karşısında. Henüz çıkarttın bilekliğini, henüz koparttın bağlarını, henüz karamelin yay sorusunu kavrayabildin, nasıl olacak da bir çözüm bulacaksın ki bu kadar çabuk?"

Daphne: "Konuyu dağıtma. Sorunu sana tanımlayacağım lakin birkaç şart ile tanımlarım. Ne bugün yaşananları, ne şu sıralar yaşananları, ne karameli, ne bilekliği, ne de çıkış yolunu bana soracaksın. Ola ki sormaya kalkıştın, çıkan sözlerin ağırlığı altında ezilerek yok olacaksın, anlaştık mı?"

Medusa: "Burada bir tek ben yokum ve kim olduğumu sakın unutma. Bana şart koşabilecek biri değilsin sen."

Daphne: "Kontrolü bana bırakacaksan eğer bana muhtaçsın demektir bu. Dolayısıyla çenen kapanabilir ve tanım başlayabilir. Sözlük müsün sen dersen eğer ansiklopediyi kafanda parçalarım."

Medusa sinirlenerek uzaklaşır. Daphne'yi dinlemek istiyor olsa da sakinleşmek adına bir miktar uzaklaşması gerekiyordur. Zarar vermek istemediği için adımlarını hızlandırır. 

Daphne: "Kimse bu hikâyenin nerede başladığını ve nasıl biteceğini kestiremezken Medusa her şeyin farkında gibi davranıyor. Sinirlerimi bozuyor bu tarz davranışları."

Söylenmeleri bir kenara bırakarak daha fazla araştırma yapması gerektiğini hatırlayan Daphne bir süreliğine Medusa mevzunu ortalıkta bırakıyor ve ansiklopediye dönüyor. Trajedi kimden çıktı bilinmese de operayı yöneten bariz ortalıktaydı. 

Medusa öfkesini kontrol edemeyeceğini anladığında odasına kilitledi kendisini. Yatağın içine girdi zifiri karanlıkta ve damarlarına sıkıca bastırdı. Sinirlerini sıkıştırarak kendi kendisini bayıltmaktı amacı. Kupkuru bir elbise süzülüyordu bacaklarından. 

(Bu hikâye belki de çıkmaz bir yola girdi, ne diyorsun Aden? Aden olmadan ilerleyen bir düzen kurmak beni eksik hissettiriyor. Zamanla yumuşatabileceğim sert düşüncelerim nefesimi kesmeye yetiyor. Sanırsam Eros ve Thanatos buraya uğramadan evvel kimse birbiri ile makul bir iletişim kuramayacak. Anlaşılmamak, değer görmemek hisleri üzmesin seni önündeki yol pek uzun aslında. Güzel bir çizgide devam eden, pes etmemen gereken bir yol bu. Şimdilik devam etmeye ne dersin?)
























17 Haziran 2023 Cumartesi

Kabus#1

 Telafisi olmayan bir feryat yükseldi. Değişken ve susturulabilir bir kavanoz dolusu buzlu suyum bile bu feryatın karşısında saygı duruşuna geçti. Kararsız rüzgarların ıslattığı branda altında romantizm yüklü bir katliam yaşandı yedi ruh arasında. Yedi ruh, yedi başka kişilik, yedi başka algılanmış gerçeklik vardı ortalıkta; Dapne, Aden, Kee, Thanatos, Eros, Medusa ve Higanbana.

Bu hikâye gece vakti ansızın çıkan bir buluşma fikri üzerine Medusa'nın evinde toplaşan yedi ruhun hikâyesidir. 

 Daphne: "Ah hayır! Kabuslarım, kabuslarım gerçekleşecek! Biliyordum görebildiğimi, en yakın zamanda terk etmelisiniz burayı!"
Aden: "Nerede olduğunu bile bilmezken kimleri kovuyorsun sen? Maziyi unuttun sanırsam çoktan, hafızan bir hain misali kandırıyor seni farkında değil misin?"
Kee: "Hafızası değil onu kandıran, yanılıyorsun. Sirke kokuyor gibi hissediyor musun?"
Daphne: "Evet ağır bir sirke kokusu var üzerimde."
Kee: "Heh, bundan bahsediyorum. Algıların farklı çalışıyor olmalı, sirke falan kokmuyorsun aslında. Ejderhaların seni kovaladıklarını, yakışıklı bir prensin ise o korkunç yaratıkları uzaklaştırdığını sanıyorsun."
Daphne: "Hayır ben yalnızca ejderhalar zarar verdiği için o yakışıklı prensi azarlıyorum."
Aden: "Hayır katılmıyorum, sen azarlamakla bırakmazsın prensleri. Eminim ki kanlarında duş aldırmış ve koleksiyonuna bir yenisini eklemişsindir."
Daphne: "Duruyor olması lazım buzdolabımda. Ne dersin biraz ister misin etlerinden? Yanak, kelle, dil?"
Medusa: "Dili ben istiyorum lütfen. Hep yakışıklı prenslerin dillerinin tadını merak etmişimdir."
Daphne: "Sen önce dilini tutmayı öğrenmelisin."
Aden: "Daphne bazen gerçekten kırıcı olabiliyorsun. O saçlarla sence dilini tutabilir mi?"
Medusa: "Hepinizle paylaşmam gerekliydi lanetimi. Hata ettik İsa ve ben."
Thanatos: "Grrr!"
Medusa: "İsa'yı duyar duymaz kendinden geçiyorsun. Ne alıp veremediğin var senin tanrının oğlu ile Thanatos?"
Thanatos: "Grrr! Grrr!"
Aden: "Güneşin doğurduğu çocuk ve yıldızların içinden geçip gelen fırtına. Saçma sapan konuşma, sen gelsene yamacıma."
Kee: "Yaprakları da al yanına. Tanımlaması zor bir duygusun sen."
Thanatos: "Grrr!"
Medusa: "Pekâlâ vazgeçiyorum inadımdan. Bugünün konusu Daphne olmalıydı ve epey çektim dikkatleri üzerime. Ahir zaman peygamberi Daphne hanıma vermek istiyorum söz hakkını. Söyle bakalım sevgili Daphne, canın mı acıyor?"
Daphne: "Hayır lütfen bunu yapma Medusa. Seninle son kez tartıştığımda bileklerimi kesmiştim."
Medusa: "Tartışmak istemiyorum, gerçekten merak ediyorum bu yaşananların canını acıtıp acıtmadığını? Sen de tanımlaması zor bir duygusun ve senin hikayeni henüz hiçbirimiz dinlemedik değil mi?"

Hepbir ağızdan onaylayan kelimeler süzülürken Daphne başını öne eğerek sessiz kalmayı tercih etmişti. Aden ve Kee yalnızca keyfine bakarken, Medusa bir anlığına pek bir ciddiye almıştı Daphne'nin tutumunu. Thanatos yine sessizdi, Eros ve Higanbana ise ortalıkta yoktu. Daphne ise başı eğik bir şekilde ellerini incelemeye devam ediyordu. Kee duruma müdahale etmesi gerektiğini fark ettiğinde Daphne'nin üzerine oynamak yerine Medusa ile uğraşmak amaçlı başladı sözlerine. 

Kee: "Medusa senin de bir zamanlar acıyı hissedebildiğini duydum Aden'den. Bunun ne kadarı doğru yahu? Bir zamanlar senin de kanın akıyor, canın yanıyor muydu anlatsana."

Medusa: "Seni yok ederim!" diye bağırarak yumruğunu sıktı Medusa. 

Kee: "Sakinleş, seninle bir derdim yok biliyorsun. Yalnızca merak ediyorum geçmişini. Anlattığın hikâye pek bir üstünkörü masaldı."
Aden: "Hiç birimizin hikayesi bir masaldan ibaret değil, kurgu karakterler olduğumuzu mu sanıyorsun sevgili Kee?"
Medusa: "Hak verdiğim tarafları var aslında. Kurgusal bir duyguyum ben, iyileşmemiş bir travma, sokak ortasına çıplak bir şekilde atılmış bir çocuk."
Medusa bir anda iğrenç bir kahkaha attı.

 Herkes onun böyle bir hikâyesi olmadığını biliyordu. Bu hikâye Daphne'nin ilk ortaya çıktığı zaman Kee'nin hafızasında kalan hikayeden başka bir şey değildi. Daphne özel olarak hiç anlatmamış olsa da Kee o zamanki duyguları korku ile anlatırdı. 
Kee müdahale etmesi gerektiğini hissederek korumacı bir yaklaşım ile sesini temizleyerek lafına başladı. 
Kee: "Çekinme Medusa varlığından. Hep kendini kaçırmanın bir yöntemini buluyorsun. Bu kadar eleştirel olduğum için affet beni, sohbeti değiştirmek istiyorum izninle."
Medusa Kee'den çekinirdi. Belki de bu sebeple olacak ki bir sigara yakarak uzaklaştı. Tek kelime bile etmedi, tek bir mimik bile yoktu suratında. Bir ara yolunun üzerinde bir taş ayağına takılmış gibi sendeledi yürürken fakat düşmeden dimdik yoluna devam etti. Medusanın uzaklaştığını gören Daphne parmaklarını yiyecek kadar endişeli bir şekilde iyice içine kapanmıştı. 
Bu bedende her duygu sorunlu, her hikâye sonlu, her son acıya meyilliydi. 

Kee: "Hey Medusa. Uçma vakti, söndür sigaranı. Bekliyorum bak ben burada." dedi güçlü olmayan bir ses tonu ile.

Medusa Kee'nin her cümlesini duymuş olsa da şüpheleri onu ele geçirmişti. 
Düşünmek onu yorana kadar beklemekte karar kıldı. Kocaman bir duman çekerek gözlerini kapattı. Gökyüzünü görebiliyor olma lütfuna şükürler ettikten sonra uçmak için grubun yanına doğru yol aldı. 

Medusa: "Uçmaya hazırım."

Bu uçuş ne bir uyuşturucu, ne alkol, ne de herhangi bir zevk verici uyarandan ibaretti. Sokağın köşesinden çıkan, kalbinin ritminin bozuk bir şekilde atmasını sağlayan Higanbana bile onu şu an bu kadar yükseltemezdi. 

Kee ışıkları açmak için gruptan ayrıldı. Yıldızların görünebildiği yüksek tavanlı, ferah bir evdelerdi. Sofistike bir estetiğe sahip bu yüksek tavanın ortasında kocaman bir cam çerçeve, etrafında sarılı ışıklar vardı. Daha önceden Medusa'nın şans eseri keşfettiği gizli, ahşap bir kapı duvar mermerlerinin arasına kamufle olmuştu. Bu kapı hem ışıkları açıyor, hem de bir asansör görevi görüyordu. Uzun bir süre bu asansörün nasıl çalıştığını çözmeye çalışmıştı Medusa. Sonunda ise Dünya'da suikast haberlerinin kol gezdiği bir gün Kee'nin onu merak etmesi üzerine odadaki çevirmeli telefon ile Medusa'ya ulaşmaya çalışırken şans eseri keşfedilmişti. Hem geçmiş hem de geleceğin uyumunu renginde taşıyan bu çevirmeli telefonu kulağına yaklaştırdığı an yankılanan ritmi hiç unutamamıştı. Kee o gün Medusa'ya ulaşamadığı için Aden'den yedek anahtarı alarak Medusa'nın evine kadar gelmişti. Her yeri arayan Kee bir türlü Medusa'ya ulaşamamıştı. Günler süren arama sonucu bir gün ansızın Medusa ortaya çıkmış ve meraklı gözleri doyurmak için onları evine davet etmişti. 

Çevirmeli telefon açıldığı vakit mermer arasına gizlenmiş ahşap yapıdaki (ki tahmin edildiği üzere ceviz ağacından 80'lerde yapılmış ahşap) bir kapı ritimli gıcırdama ile aralanıyordu.

 Kapıdan içeri girdiğinizde sizi karşılayan iki adet birbirinden güzel heykel ve biraz daha ileride metal kapaklı, vintage görünümlü bir asansör bulunuyordu. Heykellerden biri tanrıya karşı ordu hazırlayan Lucifer'ın meleklikten düştüğü an döktüğü göz yaşı sahnesine aitken diğeri Medusa'nın taşlaşmış gözlerine aitti. Garip olan ise hem Medusa, hem Lucifer aynı anda ellerinde bir gül taşıyorlardı. Ahşap kısımları rengarenk boyanmış, metal ise yüksek ısıda şekil verilmiş bir haldeydi. Kapının ardında ufakça bir tuvalet de bulunuyordu. Alt tarafı tuvalet olan bir yer için fazla gösterişliydi. Medusa asansörün bir düğmesi olmadığını anlamış olsa da rahat durmayarak içerideki tuvaleti incelemişti. 

Bir gün üçleri tamamlayarak kapıyı yeniden açtı. Güya küçücük bir kasa içerisinde, herkesten uzakta düşüncelere dalarak tuvaletini de yapacaktı. Lakin tuvalet seansının ardından bastığı sifon pek de normal çalışıyor gibi değildi. Çıkan su seslerinden başka bir şeyleri daha tetikleyen bir mekanizma olduğunu düşündü. Bu mekanizma ahşap kapı içerisinde bir başka ahşap kapıyı daha açıyordu. Burası şarap mahzeni misali içkilerle dolu, sopsoğuk bir yerdi. Birbirini takip eden bir bulmaca içerisinde olduğunu ve görevinin yalnızca bu asansörü çalıştıran doğru mekanizmayı çözmek olduğunu düşünerek mahzeni güzelce inceledi. Mahzen içerisinde bomboş şarap şişeleri, küflenerek başkalaşmış peynirler, köşelere birikmiş toz ve örümcek ağları vardı. Duvarlarda muhtemelen el yapımı eskizler varken, tavanda müthiş bir el yazması vardı. Tavandaki el yazmalarını dikkatlice incelediğinde duvardaki eskizlerin arasına gizlenmiş kelimelerin de aynısı olduğunu fark etmişti. 

Tavanda ve duvarda yazılı olan bu kelimeler aynı zamanda matematiksel hesaplamaları da andırıyordu. Daha iyi anlayabilmek adına hepsini defterine geçirerek detaylı bir inceleme yapma kararı aldı. Lucifer heykelini daha dikkatli incelediğinde gözyaşı döken meleğin elindeki gülün her bir yaprağına özenle işlenmiş altın renginde rakamlar bulunuyordu. Aynı yöntemi Medusa heykeli için de yaptığında bu defa karşısında bambaşka rakamlar gümüş ile işlenmiş bir biçimde duruyordu. Yazan rakamları tek tek Latin alfabesine çevirerek bir köşeye notlar aldıktan sonra güllerin oluşturabileceği kelimeleri not almaya başladı. Bu defa anlamlı sayılabilecek kelimeleri ayırdı tek tek. 
Lucifer heykelindeki altın rakamların toplamı 1260 yapıyordu. Medusa heykelindeki gümüş rakamların toplamı ise 768. 

Lucifer heykelindeki altın rakamların her biri tek sayıdır. Medusa heykelindeki rakamların her biri ise çift sayıdır. Her gül yaprağındaki rakamlar 1 ile 9 arasındadır ve rakamlar tekrarlı olamaz yani aynı rakam bulunmuyordur. 

Bir süre incelediğinde fark etti ki altın rakamların toplamı gümüş rakamların toplamının iki katına eşitti. Asansörün açılması için bu rakamların toplamlarının oluşturacağı kelimelere ve aralarındaki bağıntıyı hesaplamaya ihtiyaç duyacağını umarak rastgele işlemlere başladı Medusa. Asansörü açacak olan anahtarın üç basamaklı bir rakam olacağını düşünmekteydi. Çünkü asansörün köşesine yerleştirilmesi gereken üç farklı şekilde delik bulunuyordur. İçine düştüğü bu işlem bataklığına bildiği en basit yöntem olan toplama işlemi ile başlamak istedi Medusa. Altın ve gümüş rakamları toplayarak 1280+ 768 işlemini yaptı ve 2028 sonucuna ulaştı.
 
Altın ve gümüş rakamların toplamını ikiye böldüğünde ise 1014 rakamını elde etti. Sonuç üç basamaklı bir sayı olacaktı dolayısıyla en az iki rakamı tekrarlanan rakamlar olacaktı fakat rakamları tekrar etmeyen, birbirinden başka üç deliğe sahip olduğu için tekrarlanmayan üç basamaklı bir rakam denemeye başladı. Kullanılan kağıtlar git gide arttı, kalem ve silgi Medusa'yı lise yıllarına götürdü yine de pes etmedi. 123, 456, 879.. 
Bir iki ve üç rakamlarını kullandığında 312'nin toplamının doğru kombinasyon olduğu kanısına vardı. Büyük bir heyecanla bu rakamları Latin harflerine çevirdi.

Heykellerin de içinde bulunduğu odaları dikkatlice incelemeye başladı. Lucifer heykelinin yanında 3 adet altın anahtar, Medusa heykelinin yanında ise 2 adet gümüş anahtar buldu. Bu anahtarlarla asansörün çalışmasına yardımcı olabilecek bir şeyler üretebileceğini düşündü.

Medusa, matematiksel ifadelerin çözümünü bulmak için anahtarları kullanmaya karar verdi. Anahtarların üzerinde sırasıyla "A", "B", "C" harfleri yazıyordu. Matematiksel ifadelerdeki "x" ve "y" yerine anahtarları yerleştirmeyi denedi. Şöyle bir eşleştirme yaptı:

A = 3 altın anahtarın değeri
B = 2 gümüş anahtarın değeri
C = Toplam anahtar değeri

312 kombinasyonun bakacak olursak ve Latin harflerine çevirirsek eğer "CAI" gibi manasız bir sonuç elde etmiş oluyoruz. Periyodik tabloda altının sembolü "Au" (Latince "Aurum") ve gümüşün sembolü ise "Ag" (Latince "Argentum") olarak gösteriliyor. Medusa kafası karışık bir şekilde birtakım hesaplamalar sonrasında "Aurum" ve "Lucifer" kelimeleri arasında, "Medusa" ve "Argentum" kelimeleri arasında etimolojik benzerlikler aradı. Bu bilgi epey zor bir adımdı çünkü aralarındaki bağ kuvvetli değildi. 
 Medusa: "Her iki kelime grubu da mitolojik ve sembolik anlamlar taşır. "Lucifer", İngilizce'de "ışık getiren" anlamına gelir ve Hristiyan mitolojisinde Şeytan'ın düşüşünü temsil ederken, "Medusa" Yunan mitolojisinde başı yılanlarla kaplı ve taşa dönüştürebilen bir yaratığı simgeler. Her ikisi de mitolojik figürler olarak benzer bir dikkat çekicilik ve karmaşıklıkla ilişkilendirilir"

 Bunların bilincinde olan Medusa yine de ısrar ediyordu bu asansörü açmak konusunda. 
Hem "Aurum" (altın) hem de "Argentum" (gümüş), değerli metaller olarak uzun süredir insanlık tarafından kullanılmaktadır. Altın, zenginlik, parlaklık ve değer sembollerini temsil ederken, gümüş ise aydınlık, saflık ve zarafetle ilişkilendirilir. (Altın ve gümüş, antik çağlardan beri insanlık için önemli metaller olmuştur.) Her ikisi de ticaret, mücevherat, süs eşyaları ve para birimleri gibi çeşitli alanlarda kullanılmıştır. Dolayısıyla kültürel ve toplumsal yönleri yüksektir her iksinin de. 

Bir etimolojik benzerlik bulamayan Medusa sonucunda vazgeçer. 
Aurum olan altının bu asansörü çalıştıracak olan üç delikten ilkini temsil ettiği varsayımı ile harekete geçmeye çalışır Medusa. 
İlk delik; altını temsil edecektir, sembolik olarak zenginliği ve parlaklığı temsil edecektir, aralarındaki en hırslı olan Kee'dir. 
İkinci delik; gümüşü temsil eder. Aydınlığı, saflığı ve zerafeti temsil eden bu delik kesinlikle Daphne olmalıdır. Fakat olumsuz yanı ise kibridir (kendini beğenmişlik). 
Üçüncü delik ise günahların hepsidir. İnsan doğasındaki kusurlu deneyimler bu delikte toplanmıştır. 

Hayaline göre madem bu yedi arkadaş aynı yerde sıkışıp kalmışlar o halde hepsinden bir parça açıyor olmalıdır bu gizli asansörün kilidini. 

Altını daha yakından incelemek için Medusa, Kee'nin hikâyesini öğrenmeli ve ilk ortaya çıktığı yani doğduğu günü not almalıydı. Kee ile konuşarak bunu halledebilirdi fakat Daphne ile konuşarak bunu halletmesi zordu. Bu sebeple Eros'u hedef alacak ve gümüşün sayısal değeri için periyodik tablo kadar basit bir çözüm yerine daha kapsamlı bir araştırma haline bürünecektir. 

Medusa bu kapıyı açmak konusunda epey istikrarlı ilerliyor. 

Üçüncü delikte ise herkesin hikayesini ve doğum tarihini öğrenmesi gerektiğini hissederek herkesi masaya çağırıyor iş sonrası. 
Medusa herkese patavatsız bir şekilde yaşadıklarını, deneyimlerini bir bir anlattırıyor. Doğum tarihlerini dikkatlice not alıyor ve özel olarak Daphne ve Kee'yi sorguya çekiyor. 
Medusa: "İçinde altın ve gümüş geçen bi anı, rüya, önsezin var mı?"

Medusa ve diğerleri bu üç delik sırrını çözmek için aralarında yıllar sonra ilk defa böyle güçlü bir bağ kuruyorlar. Bu üç delik onlara birbirlerini anlamak için bir fırsat kapısı oluyor. 

Medusa herkesin içini rahatlatmak için kendi hikayesi ile başlıyor. 

Medusa: "Beni bilmediğini düşünen yok sanırım aramızda. Beni bildiğini iddia edebilecek tek kişi ise Kee. En eskimiz, dolayısıyla en yaşlımız Kee. Yaşlılık bilgelik de getiriyor mu peşi sıra Kee?
Ah, herkes Kee'nin kibirli bir canavar olduğunu düşünüyor olsa da kalbinin pamuktan yapıldığını onunla karşılaştığım ilk gün anlamıştım. Ah.. hatırlar mısınız? O ilk anı. Ben Medusa! Ben Medusa'yım Medusa. Ruhunun derinliklerinden yükselerek geldim yedi ölümcül günah ile savaşmak adına. Günaha bulandım bu mücadelem sırasında. Benim doğumum bir kadının acısı sonucu oldu. Ben bağıra çağıra, ağlayarak yükseldim bir zihinde. Hayatta kalmak için kendisini korumaya çabalayan travmatik bir bedenin ürettiği yapay bir ruhum ben. Bu bozulmuş, kırık dünyanın zehirli yüzünü yüzünde taşıyan korkunç bir yaratık olarak doğdum. Lakin bir an vardır.. Bir an.. Bir anlığına kim olduğunu unuttuğun, bulutların ötesinde bir an. Kee'nin beni ilk kez zihninde gördüğü, hayatta hissettiğim tek bir an. Ah Kee, o anı hatırlat bana.
Göya sen bilgeydin Kee. En bilge, en doğru, en samimi ve en safımız. Kaybolmuş bir ruhun elini tutan sen. Zihinde yükselen bir kıvılcım olarak doğurdular beni, attılar senin önüne. Sen o korkunç benliğime aldırış etmeden benimle konuşmaya başladın, benimle birlikte nefes aldın, birlikte kesildi o nefesimiz. Cesurdun sen. Hep kıskandım senin varlığını, cesaretini takdir etmek yerine varlığını kıskanmayı tercih ettim. Saçlarımdaki yılanlar seni hiçbir zaman korkutmadı, suratıma ve gözlerime korkusuzca bakabiliyordun. 

O anı hatırlıyorum, asla unutmayacağım ömrümce. O çürümüş, kokuşmuş karanlıkla yüzleşmeye hazırdın. Gözlerimdeki dehşeti bir tek sen görebilmiştin. 

Ahlaksızlığın kol gezindiği bu dünyada, seninle dans etmeye başladık. Öyle cesurdun ki, Dünya kaosundan utanarak sineye çekildi bu cesaret karşısında. Hatırlıyorsun Kee, o gün bütün güzelliğim terk etti suratımı. İçimdeki canavara saygı duyan bir tek sendin, onu hiç dışlamadın. Çoğu zaman kendini gölgede bırakıp beni yükseltmeye çabaladın. 

Medusa orada bulunan herkese artık hikayesini üstünkörü de olsa anlatması gerektiği kanısına vararak sözlerine başlar. 

Medusa: Ben Medusa.
Hikayemi gizleyerek anlatacağım zira canım acıyor gerçeklerden bahsettiğimde. 

Medusa Yunan mitolojisinin göz bebeği bir karakteridir. 
Gorgonlar olarak da adlandırılan efsanevi bir yaratıktır. 
Yılan saçlı ve taşlaştıran bakışlara sahip üç kız kardeşten biridir. 
Bakmayın yılan saçlarına, sırma gibi saçları olan güzel bir genç kızdı başlangıçta. 
Ancak Poseidon. 
Denizlerin hükümdarı Poseidon.
Dalgaların efendisi.
Ey tanrılarım,
O suların altında kalmış onca sır vardı. 
Medusa'nın kimselere bahsetmediği sessiz çığlıkları vardı. 
Tapılası güzelliğe sahip, sınırsız güçlü uçsuz bucaksız bir maviliğe hükmediyordu. 
Denizlerin altında yaşayan yaratıkların kudretli hükümdarı, Poseidon. 
Ancak her zaman sığ sularda dolaşmaz insan. 
O güzelim mavilikler her daim mutluluk ve neşe dağıtmaz. 
Kırılgan gemiler denizin gazabı karşısında cılızdırlar. 
Şiddetli fırtınalar da kopar o güzelliğin içinde. 
Doğanın en güzel yanı, en vahşi gücüne hakim Poseidon. 
Ancak Poseidon. 
Denizlerin Tanrısı Medusa'ya aşık oldu. 
Bir zamanlar güzellik tanrıçası Athena'nın tapınağındaki bir rahibeydi Medusa. 
Yıllarca insanlara yardım etmek için dualar etmişti.
Bir hizmetkâr, tanrının dokunduğu son eldi Medusa.

Bir günde her şey değişti. 

Poseidon Athena'nın toprağında denizlerin karanlık tarafını gösterdi Medusa'ya.
Poseidon Medusa'ya tecavüz etti.
Athena ise kutsal topraklarını kirlettiğine inandı Medusa'nın.
O kirli bir yaratık olmayı hak eden onursuz bir ruhtu gözlerinde. 
Onu cezalandırmak istedi ve sırma saçlarını yılana çevirdi. 
Gözlerine sürdü lanetini.
Gözlerine bakanları taşlaştıracaktı artık. 
Korku ve dehşetin sembolü haline gelmişti artık. 
Bir zamanlar sahip olduğu tapılası güzelliğini artık görebilecek kimse kalmamıştı aksi taktide taşlaşacaklardır. 
Adaletsizlikle bürünmüş bir aynayım ben. 
Bu acı ve keder başka nasıl böyle ihtişamlı görünebilirdi ki?

Medusa cebinden bir mum çıkarttı ve gruptan biraz uzaklaşarak ateşe verdi. 
Kabuslarını unutamadı hiçbir zaman.
Kimse çıt çıkartmadan Medusa'nın yaktığı mumu seyrediyordu. 

Medusa: "Bu boşluk hiçbir şey tarafından doldurulamayacak bir boşluktur."

Çözümü olmayan şey var mıdır? Bir kargaşanın çözümü olduğuna kendimizi nasıl inandırırız ki?

Daphne"Sevgili dostum Medusa, insan doğası karmaşıktır. Bazen çözmek imkânsız gibi de görünebilir. Umut belki de Pandora'nın kutusundaki son kötücül duyguydu ama o da insan doğasının bir parçasıdır. Çözümsüzlük önce kabullenme ile başlar. Belki de sorunlar karşısında çözümsüz bir kargaşada buluyorsun kendini günler, haftalar, yıllar boyunca. Walt Whitman'ın da dediği gibi "Hayatın kendisi birçok soruyla dolu bir cevaptır." Belki de daha derin bir anlam arayışındasın, belki de çözümüm var olmasını dahi istemiyorsun. Alternatif perspektifler arayıp duruyorsun, herkes sana bir tiyatro oyununda olduğunu söylüyor. Belki de sorunlar öylece ortadan kalkmamalıdırlar, üzerine düşünülmeli belki de rafa konulmadan bir tozu alınmalıdır. Sorunlar karşısında olgun bir kabulleniş ardından bu sorunu nasıl çözerimden ziyade bu sorunun bana olan etkisini nasıl en aza indirebilirim diye sormak gereklidir. Küçük adımlarla belki de koca bir toplum davranış şekli değişebilir. Herkes senin kadar anlamlandırmaya çalışıyor dünyanın çelişkilerini. İçsel dengeni bulmayı nasıl öğreneceksin bunu düşün öncelikle. Kendine sabır ver şef. 
Ey dostum Medusa, yüreğindeki iyilik yıldızların parıltısında yankılanıyor gürül gürül. Lakin yanılırsan, tutsak olmaya da alışıksan umutsuzluk çöreklenir ruhuna. Herkes karanlık karşısında umut ışığı ararken acımasız gerçeklerle yüzleşmekten yaka paça kaçar. 
Yaktığın mum senin ışığını, senin umudunu temsil ediyordu. Her insan kaybettiğini geri kazanmak ister. Hayatı anlama çabandır umut. Seni yalnızca umutsuzluk karanlık bir odaya hapsetmez, umudun varlığı seni hapseder. Hayal kırıklığıdır, güçsüzlüktür, çaresizliktir beden için. Umutsuzlukla dans edemezsin, o seni boğar. O karanlık düşüncelerinin içinde bile bir kıvılcım mevcut. İnsanoğlu hüsranın ve yok oluşun farkında değil mi? Fakat gerçek böyle değildir. Gerçeğin o soğuk ve çıplak yüzünü görmeli. Umut düşüşünü yavaşlatır mı sanıyorsun, aksine hızlandırır."

Aden: "Yaşam anlamsız ve geçicidir. Jean Baudrillard'ın dediği gibi 'Gerçeklik, onun taklitlerinden önce bile yoktur. Gerçek, onun taklitleri tarafından üretilir.' Gerçek diye inandığımız aslında gerçeklik diye uydurulmuş bir yalandır. Gerçek arayışındakilerin ürettiği duygu ve düşünceler 'gerçeklerdir'. 
Yani daha basit bir dille eğer hayat bir tiyatro sahnesiyse ve sen repliklerini bilmiyorsan eğer (gerçeği) repliklerini ararsın. Arayarak ulaşamazsın belki yazara, surat surata da denk düşmelisindir belki de. Gerçekliğin inşaat ustası taklitçilerdir. Belki de iç huzur olduğu kadar iç huzursuzluk da uzak değildir insanoğluna. Biliyorum seni Medusa, her an haz ve mutluluk peşinde koşan biri değilsin sen. Tatminlerin yüzeysel değiller. Geçici insanlar ve geçici duygular seni ürkütür. Doğruya ve yanlışa ne bel bağlarsın ne de bir denge kurmaya çalışırsın. Doğru ve yanlışın tıpkı gerçeklik gibi taklitçilerden ve mükemmel sergilenmiş taklitlerden ibaret olduğuna inanırsın. Yıpranıyorsun yıllar geçtikçe. Ruhunu tatmin edememişsin."

Medusa: "O halde öğret bana bir ruh nasıl tatmin edilir?"

Aden: "İçin çürümüş, kapkara ve kokuşmuş dahi olsa dilinin ucunda tutkulu bir mücadele yatıyor. Ruhlar sürekli bir tatmin peşindeler değil mi? Dünya'da gelen hiçbir şey doyurmayacak tatmin arayışını. Arzuların tatmini geçici ve boştur. Sen de bilirsin, bilgedir bazıları. Zihinsel ve ruhsal tatminlerini ancak ve ancak kendi içsel dünyalarında bulmuşlardır. Aç mısın sen? Bilgiye mi, özgürlüğe mi, tutsaklığa mı açsın sen? Yoksa sen iradesini reddedebilen bilge biri misin?"

Medusa: "Gerçeğe açım. Bilmek isterdim ben mi yanılıyorum, Poseidon mu, yoksa Athena mı? Pekâlâ tüm bunları seyreden Titanlar biliyorlar mıdır gerçek nedir?"

Kee: "Ayrılık mı indiriyor bu gerçeklik perdelerini sence?"

Medusa: "Yalnızca bir taklitten ibaret bu ayrılık. Canın yanıyor gibi oluyor bu taklitler karşısında. Gerçekliğin aynasını bulduğumu sanmıştım Poseidon ile ilk karşılaştığımda. Şimdi ise ruhum bağırıyor varlığıma, yok etmek istiyor kendi kendisini. Onca taklit arasında o ve ben taklit edilemez bir bütün gibiydik, birbirimizi tamamlıyorduk. Sahneye çıkan herkesin müthiş bir oyuncu olduklarını kabullendim, ne müthiş illüzyon. Hayatın anlamını zedeliyor istemediğim halde dokunduğu etlerim. Solgun ve çürük bir hatıra artık bir zamanlar değer verdiğim, başlarını okşadığım insanlar."









10 Haziran 2023 Cumartesi

Korkuyorum savaştan #2

Tiyatro kültüründe beş perde kuralı vardır.
 
İlk perde karakterleri tanıtır. Oyuncularla ilk burada karşılaşırsın. Elbette gerçek hayatta da biriyle tanışmak gibi ön yargılısındır oyunculara karşı. Bu önyargıyı dışavurmuyor olsan da içten içe bir kategoriye dahil edersin. Görüntüleri, sahnenin dizaynı, oyuncunun kostümleri seni dış etkenlere bağlı olarak eski yıllarına döndürür. Zamanında nasıl bir ön yargı takındıysan üzerine bu imgeler adına sana o hisleri yeniden yaşatır. Karakterleri bir bir analiz etmeye başlarsın görüntüsünden itibaren. Bir çatışma oluşmaya başlar ufak ufak kafanda. Kaos mu düzen mi? Geleneksel mi, yoksa seküler mi? Bana iyi mi hissettiriyor yoksa kendimden nefret mi ettiriyor bu karakter?

 Çatışmayı bulmalısın, belki ortak ahlak kurallarımız vardır ne dersin? 

İkinci perde biraz şaşalıdır. İkinci ve üçüncü perdelerde eylemler fazlalaşır. Çatışma ana mevzu hâlini alır. Çatışmanın boyutu arttıkça karakterler ile kurduğun bağ da güçlenir. 

Dördüncü perdede işler çıkmaz sokağa giriş yapar. Sonunda zirve noktaya ulaşmıştır çatışma (climax), karıştıkça karışır her şey.

 Artık zamanı geri alamayacağın bir noktadasındır. 
Son perde. Çözülmeyecek veya çözülecek olan çatışma burada son bulur. Her hikâyenin başlangıcı olduğu gibi bir sonu da olmalıdır. Hayat gibi, çikolatalı süt gibi, bir miktar da kabartma tozu koyuyorum. Klasik tiyatronun çiğnenemez kuralıdır bu beş perde kuralı. 

Ne tesadüftür ki yasın da beş kuralı vardır. 
İlki inkârdır. İlk perde, oyuncu ile ilk karşılaşmamız ve kendi içimizdeki inkârımız. Kimi zaman beynimiz alışık olduğunun dışına çıkmaya çekindiği için alışık olmadığımız insan tiplemelerine karşı inkârda, isyanda bir kabullenememe ile karşılaştırır bizleri. 
İkincisi ise öfke. İkinci perdede bir çatışma ile karşılaşırız. Bu çatışma bizi öfkelendirebilir. Tanıştığımız karakter beynimizin alışık olmadığı bir tip olduğu için bu kişiye olan inkarımıza ek olarak davranışlarına karşı öfkeli olabiliriz. Bu kişinin varlığının son bulmaya yaklaştığını ilk bu noktada fark ederiz. Artık bir bağ kurmuşuzdur ki o kişiyle varlığı ve yokluğunun bize olan etkisini ölçüp biçeriz içimizde. Bu noktada üçüncü şaşalı perdeye giriş yaparız; pazarlık
Pazarlık noktasına kadar gelmişsek eğer bu kişiyi çoktan içselleştirmişiz demektir. Varlığını ve yokluğunu düşünmek bizleri dehşete düşürür kimi zaman. Bu bir tiyatro oyunudur ve oyuncular sonunda sahneyi teker teker terk etmeye mahkûmdur. Tanrı ile anlaşmak ve oyunlarını bozmayı arzu edersin böyle anlarda. Bu pazarlık tutacak mıdır sanıyorsun? 
Diğer adım ise depresyon. Kişinin varlığının son bulacağına dair duyulan üzüntü sebebi ile ufak çaplı bir depresyon hâli yaşanır. Bağ kurduğun ve seni terk etmiş insanlar gelirler aklına. Yüz üstü bırakılmış olmak, yalnızlık, bu denli inkar ve kabullenmenin bir arada bulunması seni depresyona sürüklemesi muhtemel etkenlerdir. Bu perde ana çatışmanın iyice boka sardığını, içinden çıkılmaz bir hâle büründüğünü gösterir. Nihayet beşinci perde. 
Kabullenme
Terk edilmeyi kabullenme. Ölümle, tanrıyla, varlık ve yokluk ikilemi ile çatışmaların sonucunda terk edilmeyi de kabullenebilirsin. 
Aden: "Araya giriyorum ama benim sıram sanırım. Katılmıyorum buna. Bir insan veda dâhi etse akıllanmamış olacaktır. Akılsızlık bir erdemsizlik sayılmamalı. Gözlerim yanıyor yardım edin!
Gözlerim yanıyor, yardım edin! 
Kör olacağım. Ellerim de tutmuyor zaten, bu yaşımda mı yaşlandım? Genç olduğumu sanardım. Parmaklarını sürme suratına, acıyor şu an."
Beş kural ihlali, beş adım ve kurtuluş mu sonucunda? 
Pekâlâ intikam? 
Hayır intikam konseptinden önce bahsetmemiz gereken sanıyorum ki ihanet konsepti. İntihar mı dedin sen? 
Yeterince çaresiz misin, bu konuyu açacak kadar? Fanusumu boşalttım az evvel, ölmüş son balığım da. Ters dönmekle kalmamış, şişmiş bile vücudu. Nasıl kıydın ki ona? Bir balık ne kadar yakabilir canını? Kaç can taşıyorsun sen yüreğinde? 
Psikoterapötik tedavi de deniyormuş psikoterapiye. Herhangi bir kelimenin içerisinde "pötik" gibi bir kelime görmek nedense beni güldürüyor. Zihinsel ve duygusal bağlantı kurularak yapılan tedaviye psikoterapi veyahut psikoterapötik uygulama deniyormuş. Teröpatik bir iletişim kuruluyormuş danışan ve psikoterapist arasında, belki de bu şekilde kurtulacaktır biz OKB'ler takıntılı davranışlarından. 
Şimdi sen hiç teröpatik ilişki kuramamış mı oluyorsun? 
Aden: "Bana mizah yapma ufacık aklınla!"
Bu bir tırmanış metaforu. Odadaki fil metaforu gibi, bariz ortalıkta olan bir sorunu kimse dile getirmek istemiyorsa eğer odadaki fil metaforu kullanılır. Odadaki fili kovalım ve OKB'yi tedavi edelim Aden!
Tırmanış başlamadan önce dağcılar hazır edilir, beklemelisin. 
Balığım da öldüğüne göre odadaki fili kovabiliriz artık. Filler bereket getirir diyorlar, karşımda su gibi berrak bakan hanımefendi ise mavi bir kelebek takıyor kafasına. Yeni başlangıçları sembolize ediyormuş. 
Ben bahtın çalışma ile değişebileceğini inanan gıcıklardan biriyim. 

Balığım öldü.
Bira mı döktüm masaya? 
Kaç saattir içmeye çalışıyorsun o tek bir birayı? 
Yeme patlayacaksın!
En sevdiğin yemeği mi yapmış annen? 
Evet vizyonsuzsun, taze fasulye ne? 
Hayvani içgüdülerim sağ olsun, yine hayattayım. 
Kendini öldürmeyeceksin, bunu aklından bir çıkart. 
Miden mi ağrıyor, yine kaç gün aç bıraktın kendini? 
Rekorun 3 hafta mı, bir ay mı? 
Sen güçsüzsün, pes ettin. 
Hoşçakal demeye geldim ben. 
Nereye gidiyorsun ki bu saatte? Uyumaya belki de. Sanmıyorum uykum yok, enerjim yerinde bir tomar yemek yedim. 
Nasıl durduracağım ben bu açlığı, daha fenası nasıl durduracağım ben bu ölme isteğini? 
Etrafımdaki her şey kulağıma kendimi öldürmem gerektiğini fısıldarken ben yatağıma nasıl rahatça uzanabilirim? 
Karnım ağrıyor, uzansana karnıma. 
İsyankâr olmak için demiyorum, gerçekten canım acıyor. İtaatsizliğim sana değil Aden. 
Fiziksel bir acı mı bu? Baş edilebilir mi? 
Fiziksel bir acı değil. Baş edilebilir elbette başına bağlı olarak. Sanmıyorum ki benim başım baş edebilsin. 
Fiziksel bir acın olduğunu inkâr edemezsin şu an. Karnın yanıyor, belin ağrıyor, üstelik büsbütün gençsin.
Belumotu. 
Efendim?
Waldmeister diyorum belumotu. Yoğurt otu bitkisi o yalnız, ekşidir biraz mayhoş bir tadı var seveni bayılırken kimisi nefret eder. Ben tavsiye ediyorum, tadımlık biraz verebilirim isterseniz. Evet o mavi olan İtalyan Karameli. Pembe olan nar ve portakal karışımı, diğer pembe olan ise çilek. Mor olan lavanta. Çileğin içindeki parçacıkları da görebilirsiniz incelerseniz. 
"Kıza sen latte ve flat white farkını mı anlattın, bir de pizza paketi istemişsin ondan!"
Ayrımcılık mı yaptı sence, seni hiç görmüyor mu diyorsun? Özendin değil mi, çok kıskandın onu. Ona kötü bir şey olsun, hayatı kötüye gitsin falan istemiyorsun yalnızca kıskandın. (Suspicion to rage to fear to humiliation.)
Çok özendin ailesine, davranışlarına, olduğu kişiliğe.
Ben bozuğum. 
Ben bozuğum. 
Ben bozuğum.
Soyum devam etmemeli.
Daha ne kadar sürecek bu yaşadığım saçmalık Camus?
Dünyanın ihtiyacı bana değil, o kız gibi kişilere var. Klişe mi dedin sen, çocuk gibisin sağ beyin.
Ben çürüğüm.
Ben çürüğüm.
Ben çürüğüm.
Quasimodo Esmeralda'yı niye sevdi? Sağ beynini susturabilir misin çok konuşuyor. Kalbine dokunan şevkatli elin sahibi tanrı mı dersin? 
Kendini tanrısallaştırmak mıdır bu? 
Güzel sorular soruyorsun diyor ve zeki biri olduğunu düşünüyor. Ona bu şekilde düşündürmek zor değildi, lakin kendini bir taraftan da aciz göstermek istiyorsun. Çünkü odadaki posteri durduk yere yırtan çocuğa niçin bunu yaptın denildiğinde "Canım öyle istedi." cevabını verecektir. Hiçbir şey, hiçbir eylem boşa yapılmaz, dikkat çekmek veya aykırı görünmek istemiştir belki de. 
O halde bencil miyiz hepimiz? Tehdit ve savunma mekanizmamızı dolayısıyla sempatik sinir sistemimizi çalıştırıyoruz. 
Günü iyi geçsin diye her sabah kendisini beş dakika boyunca gülümsemeye zorlayan kadın gibisin. İşe yarıyor sanırsam.
Peki parasempatik sinirler ne zaman devreye giriyor? Bu otonom sinir sistemi vücudun bilinçsiz hareketlerini kontrol eder, birnevi reflekslerdir. Sempatik sinir sistemi, savaş ve kaç refleksi nazarında çalışıyor olsa da parasempatik sinir sistemi daha çok yediğin öğünü sindir ve yavaşla, vücudunu dinlendir gibi çalışan bir sinir sistemidir.
Eğer hayatın tehlike altında ise sempatik sinir sistemi devreye girerek vücudunun kontrolünü sağlayabilir. Koruyucu meleğin Daphne sanırım sempatik sinir sistemin diyebiliriz. 
Daphne: "Bana en büyük hiper uyarılma anını anlatır mısın?"
İntihar denemelerim sanırım, savaşmaktansa kaçmayı yeğlemiştim hayattan. İntihar benim bu hayatta tutunacak dalımın kalmadığının fizyolojik reaksiyonudur. 
Daphne: "Fakat dinlemiyorsun beni, tehlike anında diyorum."
Beni de hipnoz etmek ister misin?
Daphne: "Sanırım deneyeceğim."
Benim terapistim henüz MBTÖ'nün ne demek olduğunu bilmiyor ki, OKB tedavisinde kullanılan bir yöntem dedim ve geçtim. Peki sana soralım bakalım. Sen norepinefrini hatırlıyor musun lise yıllarından?"
Hatırlıyorum elbette niçin sordun? 
Daphne: "Bildiklerimi tazele. Açık bir dil kullan, özet geç bana."
Neden bunu yaptığımızı anlayamıyorum fakat deneyeceğim. 
Daphne: "Norepinefrin, bir nörotransmitter diyebilirim. Daha açıklayıcı konuşmak gerekirse vücudumuzda sempatik ve parasempatik olmak üzere iki adet sinir sistemi bulunuyor. Sempatik sinir sistemi az evvel de konuştuğumuz gibi kaç ya da savaş prensipine sahip. Merkezi sinir sistemi ve sempatik sinir sistemi arasında bir aktarım olması gerektiği için bunu nörotransmitterler vasıtası ile yapıyor beyin. Bu nörotransmitterler arasında Norepinefrin ve epinefrin de var. Norepinefrin dikkat ve çevreye yanıt verme gibi bölümlerini etkiler beynin. Epinefrin'in kelime anlamı böbreğin üzerinde demek. Böbrek üstü bezinde salgılanıyor yani adrenalin."
Noradrenalin ile Norepinefrin aynı anlamda mı yani?
Daphne: "Bildiğim kadarıyla öyleler. Bana niçin böyle sorular soruyorsun?"
Seni test etmek istiyor olamaz mıyım? Dur şimdi, ona bir mektup yazacak olsan ne yazmak isterdin? 
Daphne: "Kim diye sormayacağım elbette. Veda mektubu olmasını istemezdim. Ona içimden akanları yazdığım öylesine, alelade, pek şaşalı olmayan, sıradan bir mektup olurdu herhalde. Ne bir tiyatro sahnesi, ne güzel bir roman başlangıcı, ne de mükemmel bir veda mektubu. Yalnızca ne hissettiğimi anlatabildiğim kısacık bir mektup."
Neden bana karşı yapmıyorsun? Yollayacağın adresi biliyorsun. Sahipsiz kalan onca mektuba bir baş kaldırı olur belki de. Bana bir mektup yaz, ona yazıyormuşsun gibi hisset. Adresimi biliyorsun. Şimdi gitmem gerekiyor, mektubunu bekleyeceğim.
Daphne: "Gitmesen olmaz mı? Yanımda dursan, ben yine de yazsam o mektubu. Parasempatik sinir sistemimi çalıştıracak ve kalbimi hızlandıracak olan bir mektubu tek başıma yazamam, sana ihtiyacım var."
İlk cümle ve son cümle dışında yazdıklarının benim için bir önemi yok biliyorsun değil mi?
Daphne: "Onun da umurunda değilim zaten, sorun olmaz. Kalacak mısın?"
Alt tarafı bir mektup, ne olabilir ki? Bekliyorum. Al çizim defterime yaz yazacaklarını. Kalemimi bitirme, uzatmamaya çalış. Ben bunu söylemiş olsam da sayfalarca yazacaksın değil mi? 
Daphne: "Evet, üzgünüm."
En azından güçlüsün nazarımda. Başla hadi, nergisler solacak. Pek büyük olmayan bir saksıya ektiğin nergis soğanları can verecek seni beklerken. Nergis çiçeği saygı duymayı temsil eder. 
Daphne: "Güzelliği temsil ettiğini sanıyordum. Defne de göya barış ve zaferi temsil eder, öldürecekti az kalsın beni Apollo."
Hadi ağlamayı kes de al şu tükenmez kalemi ellerine. Bu defa sol elini kullanma gösterişe düşmek için. 

Sevgili Higanbana,
Sana anlatmayı istediğim ve içimde biriktirdiğim öyle çok hislerimle blend cümleler var ki, nasıl başlamam gerektiğini bile düşündüğümde sanki karşımda beni eleştiren gözlerle süzüyormuşsun misali çekinerek gidiyor ellerim kağıda. Ölmüş olsam daha mutlu olup olmayacağın konusunda epey şüphelerim var. Her karanlığı gördüğümde korkarak kaçma sebebim bir daha ışığı tekrar göremeyecek olma korkumdandır. Belki de bu sebeple kaçırıyorum gözlerimi gözlerinden, bir daha bulamam seni korkumdan. Fakat yine de seni bir daha hiç görmediğim çok fazla senaryo canlandırdım gözlerimde. Seni affediyorum her birinde. Anlıyorum gidişlerini her senaryoda, anlıyorum beni sevmeyişlerini, anlıyorum bana eleştirel ve yabancı bir biçimde olan bakışlarını. Sonra bil bakalım ne yaşanıyor? Sana duyduğum sempati yarattığım empatiyi ham yaparak yutuyor ve bir güzel öğütüyor. Seni bir daha bulamam korkusu romantik bir kılıfa sarılmış bir saçmalıktan ibaret. Havada uçan trenlerden birinde kalmış absürdist deli. 

Bak, ben sana kızgın falan değilim beni dışladığın için. Seni çok iyi anlıyorum hatta, ne yaparsam yapayım sana sempatik gelemeyeceğimin farkındayım. Kabullendim, inkâr ettim, isyan ettimedim, bahtımı suçladım, kendimden nefret dâhi ettim biliyor musun? Hasta olduğuma ikna oldum. Kendimi hasta olduğuma dair ikna ettiğime ikna oldum. Tedaviler denedim ama sen yine tek bir adım atmayacaksın biliyorum. Benim bir derdim yok ki, seni mutlu etmek dışında. Bencilim elbette, seni mutlu edecek kişinin ben oluşu sanırım beni asıl mutlu eden olacak lakin yine de direniyorum ben takıntılı biri değilim diye. Maruz bırakarak tedavi etmeye çalıştım kendimi bugün. Meleğim, cehennem köşesinde sıkışmış etlerini koparmaya çalışan şeytanım, canım sevdiğim. Canımdan çok sevdiğim ve sevecek olduğum. Sana kızgın veya kırgın değilim. Küskündüm fakat geçti, öyle uzun küsemem ben. Sana veda etme vaktim çoktan geldi. Seni emanet etmem gereken kuşlarım ve kelebeklerim var. İnan ki Aang nasıl Katara'yı bırakamadı ve son çakrasını açmadıysa ben de seni bırakacağıma sonsuz bilgelikten kaçacağım. Eğer kıyas gerekliyse sonsuz bilgi ve görgü ile bile kıyaslanamayacak kadar fazla değer veriyorum sana. Ölen arkadaşım, bağımı koparttığım onca insan, dokunamadığım sırtım, sonsuz sevgim ve saygım ile seni birlikte çalışmaya davet ediyorum. Heimlich gereksizse yok olayım. Melek gibi, sevgi dolu. Grilerden oluşan hayatı karşıma alıp ondan keskin bir beyaz rengi çıkartmasını istiyorum gibi hissediyorum. Hiçbir şey tertemiz ve yerli yerinde olmayacak. Kaos her yerde. Kaçamazsın kaostan. 
Kaçamazdın kaostan. 
Tam şu an karşımda olsaydın eğer sana bağırmak ister ve bağıramazdım. Seni kaybetmekten hâlâ korkuyor olduğum için kendimden tiksiniyor olsam da kendime değer vermek ve öz-şevkatim işini pek bir ciddiye aldığım söylenebilir. Döktüm sanırım, kızma bana. Korkuyorum, ellerini yüreğime uzatmanı ve yerinden sökmeni istiyorum ki bir başkası daha kırmasın onu. Öyle çok sahip çıkılmak, bir çocuk gibi bakılmak ve sevgi görmek istiyorum ki kendime bile yapamıyorum bu saydıklarımı. Delirip bir kuaförde buluyorum kendimi ki bir başkası saçlarımı okşayarak bu yıpranmış, kopmuş, yanmış saçlarıma bakım yapsın. Bir başkası saçlarımı sevsin diye para veriyor olmak koyuyor. Dokunuşlar halen beni çok korkutuyor olsa da, senden çok korkuyorum desem de yine de o dokunuşlara muhtaçmışım gibi hissediyorum. Travma mıdır bu denli bir arayış yoksa? 
Kabullenemiyorum ihanet konseptini yüreğimin derinliklerinde. Ağzımın suyu akıyor, metro girişinde dans ediyorum gece karanlığında, kol gibi bir kitap duruyor karşımda bilinçdışının keşfi diye. Çizmek istediğim milyonlarca figür duruyor karşımda, hayal gücüm bağırıyor kullan beni diye. Yoruldum sanırım, pek bir şey yapasım yok. 
Kafam mı çalışmıyor dersin, İsa beni o yüzden mi terk etti? Onu da babası terk etmiş, köpek balınkıymış İsa. Hâlbuki melekler koruyor sanıyordum insan ruhlarını. Şeytan böyle kolay kandıramaz insan ruhunu, ordusunu bu kadar kolay büyütemez sanıyordum. Direnişler boşa mı gerçekten? Kumsala doğru uzanan parmaklarını seyrediyorum, elinde tuttuğun kokteyl ne, martini mi yoksa sangria mı? Sen hangisini seçerdin, nasıl tatlar seversin, kimsin? Tanışmayı arzu ederdim seninle, olgun insanlarla olmasını tercih ederdim çevremin makul bir insan olabilseydim. Çocukluğuma sesimi çıkartmam, bunları suratına karşı diyemem. Bilimsel metadolojiye dayanıyor içimdeki acı. 

Bir tiyatro oyunu yazmak istiyorum çocukluğuma. Gelecekte başına gelecekleri imgeleyebileceğim bir piyes. Bu piyesin onda aslında bir noktada her şeye gücün yetiyormuş, ben yeterliymişim, gerekli bir insanmışım, benim ruhum güçlü bir ruhmuş diyebilmesini arzu ederdim. Bu sözleri tam manasıyla hissedebiliyor, özümseyebiliyor olmayı çok isterdim fakat bana epey uzakta kırmızı dağlar. Ölüm çiçeği yolda seni karşılıyor, selam vermeyecek misin yoksa? 
Bilmelisin ki gitmen gerekliydi. 
Aden: "Hayatta kalmaya dair çabanı görebiliyorum Daphne. Seni takdir ediyorum bu sebeple. Savaşıyor bir tarafın her an seni öldürmeyi arzu eden diğer tarafın ile. Her seferinde yardım için haykırıyor, kendi başına çözümler bulmaya çabalıyorsun. Seni öyle takdir ediyorum ki, sen çok güçlü bir ruha sahipsin."
Daphne: "Öyle çok veda, öyle çok yas gördüm ki yok olmak kavramına olan bakış açım genişledi."
Bana tecavüz etsene sevgili dostum.
Havayı içine çek ki yalnızlığın ortaya çıksın. 
Beşinci perde ise kabullenmedir.
Bu noktada karakterler içinde bulundukları durumu kabul ederler. 
Her şeyin farkında olduğumu bu gece yarısı saçma sapan bir otelin sahil kenarında bir taşın üzerinde bacaklarımı sinekler yediği için müthiş bir kaşınma krizinin tam ortasında diyebilirim. 
Ben istenmedim, kabul görmedim, görsem dahi kabul görmüş gibi hissedemedim insanların arasında. Ben etkilendim, etkiledim ve etkileyemedim. Her bir dakikası hoşuma gitti yaptığım her eylemin, iyi veya kötü. 
Öyle güzel bir keyif aldım ki yaşadıklarımdan, kimse böyle acı ve keyfi birarada algılayamaz yanılgısı ile narsistik bağlantılar iliştirdim kişiliğime. İnanıyor muydum, bilemedim. 
Terk edilmek, ölüm, varlık ve yokluk da dahil olmak üzere kabullenebilmek zor bir yolculuktu. 
Her şey başladığı gibi, bitmelidir de belki de. Aldığım nefes keyif verdiği kadar acı da vermelidir belki de. 
Önüne eskiz defterimi aldım ve önce defteri tutan ellerimi çizdim kağıda. Ardından çıplak bacaklarımı resmettim. Önümde salınan dalgaları nasıl resmedeceğim kaygısını yaşarken, gördüklerim dışında başka bir yöntem olmaksızın algıladığım şekilleri çizmeye çabaladım. Başarılı mı oldum, kayıp mı ettim kimin umurunda? Nasıl olsa oyuncular ağladıklarında seyirciler gülmeye devam da edebilirler. 
Kendini geliştirme yolculuğu mu deniyormuş bu bacak uyuşmasına? Gözlerim de seni arıyorlar, tahta kabinden çıkıp gelsen ya! Neredesin, acele et bekliyorum kaç yıldır! 
Elveda.
Merhaba. 
Daphne olmasaydı eğer bu kadar merak etmeyecektim seni. 
Kendine iyi bak savaşçı. 



















1 Haziran 2023 Perşembe

Aden sessizce haykıracak kadar köpürtmüş olmalı birasını, korkuyorum bu savaştan #1

 Fazla mı geldi Jager shotları? Haklısın gerçi biranda masayı donattılar shotlarla. Yalnızca tuvalete gidip gelmiştin oysaki, bir gördük ki masa shot bardakları ile bezenmiş bir elma bahçesi. Fazla su istemez, mevsimlik verir meyvesini. Lee Kum Kee sosuna bunanmış istridyelerle doldu kafam.

İlk gösterim ne zaman söylesene, beklemedeyim. Yoktun bugün, ne zaman oldun ki? Tabut şeklinde bir masanın etrafına dizilmiş yedi kişi var. Yedi ölümcül günah oturmuşlar mead hallarında bal likörlerini tadıyorlar. Pina colada aromalı içmiş biri, karamel pas geçmiş, bense çilek ve lime aroması seçmişim kendime. (Foreshadowing yapıyorum şu an sayın okuyucu.) Hiçlik ve boşluk arasında bir fark var mı Aden? Kayıp mı ettik seçimleri, duyamadım.

Pina Colada, Sex on the Beach, Pain in the Ass kokteylleri hiçlikken, karamel boşluk. Açlık (gluttony) nerede kaldı, hep geç kalıyor. Güneş kraliyeti sembolize eder fakat şeytan doğan en büyük yıldızın peşindedir. Yıldız mı kaydı? Bebek köpekbalıkları babaları ile asla tanışmazlar, doğduklarında onları terk etmiş olurlar. En son Asos sahilinde kayan yıldızlarla veda etmiştim, unutursun ama unutmazsın sen Aden.

Kaligrafi, grafoloji ve mors alfabesi öğrenmeye çalışıyor kendi kendine. Hafif sağa eğilimli el yazısı yazan kişilerin iletişimi yüksekmiş. Boynu bükük yazıyorum diye beni iyi bir konuşmacı sanıyorlar halbuki götüm çıkıyor cümle kurarken. Herkes beni seyrederken düzgün bir cümle kurarak içini açabilmek ne zor eylem. Sümkürdün mü sen, balgamı çıkmış çocuğumun. Endişe etme sakın, sakın, sakın, sevdalandın mı sen? Sakin ol, dudakları kırmızı değiller. Melekler zaten çalacaklar onu da eninde sonunda. Hayır seçimleri hatırlatma! Hayır! Hay sikeyim! 

Ben robot değilim, ülkem kaybetti.

Ben robot değilim, herkes kaçıyor ülkemden. 

Ben robot değilim, herkes bokunda boğulsunlar diyor insanlarıma.

Ben robot değilim, bugün beni kızlarım bıraktı tek başıma sokakta yürümeye korktuğumuz için. 

Kol kola girdik güvendiğimiz mahallemizde, ben bugün ülkemden nefret ettim affedin. 

Benim babam, Atam idi, 1927'den bu yana gençliğe sesleniyordu. Affet paşam. Vazifemi yerine getiremedim ve müdafaa edemedim hazinemizi. Beni hazineden mahrum etmek isteyen dahili ve harici bedhahlarıma yenik düştüm. Yıkıldım, yıkamadım. İçinde bulunduğum imkan ve şeraiti düşünmeden yeniliyorum bu düşmanlara. Batıyorum daha da diplere. Benzeri görülmemiş bir galibiyeti ben sensiz yaratamam Atam. Memleketimin her köşesi kendi vatandaşları tarafından bilfiil işgal edilmiş, elim kolum bağlı. İktidardakiler gaflet, delalet, hıyanet, hangi pisliği ararsan dibine kadar boka batmış durumdalar. Milletim fakr-ü zaruret içinde bitap düşmüş, bense türk istikbalinin evladı olmaktan utanmış olabilirim bir miktar. Affet paşam, vazifem olan Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtaramadım. Muhtaç olduğum kudret damarlarımda akmıyor, iliğimi sömürdü iktidar. Saatlerce çalışıyorum inanır mısın bir sike de yaramıyor. Çalışıyorum, boş yere de olsa, çalışıyorum. Sansürlenecek her yazım, sansürlenecek varlığım, hiç sayılacağım. Kaybettik Atam, affet.

Ben robot değildim, beni robot olmaya zorladılar. 

Umutsuz mu nesil? Sefalet götümüzden ayrılmıyor ve sorumlusu ben miyim, hayır herkes mi, sorumlular kim çıksın hesap versin. Hangi hukukla savunacağım ben hangi olmayan hakkımı ülkemde? Sözde her şey, sözde. 

Beş kişi dolaşıyor Afganlar, Türk kızları ne yapsın? Çocuklarım tehlikede, yönetenler kör olmuş. Bak mezun olmaya yakınım, bir bok olamadım çay götüreyim ben müşteriye. Nereye atanayım salak mısın, gider miyim tek başıma sanıyorsun? 

Ben robot oldum, cevapları bulamıyorum. 

Ben robot oldum, yüksekler beni almıyor yanlarına. 

Nezaket diye bir şey vardı sanki, nerede kaldı acaba? Bana orayı gösterebilir misiniz rica etsem, orada bulunmak istiyorum. 

(Aden kapıyı açtı ve yavaş adımlarla sarmaşıklarla doldurulmuş koridora doğru yol aldı.)

Anıt sayaça baktım şimdi benim ismimde kaç kadının canı, nasıl katledilmiş diye. Beş kadın var üçü reşit bile değil. 1.5 yaşında yalnızca yemek yememesi sebebiyle babasının şiddeti üzerine hayatını kaybeden bir çocuğum var. Bir kadın hamile bir halde eski kocası tarafından bıçaklanmış, biri şikayet ettiği sapığı tarafından silahla öldürülmüş. Biri babası intihar edecekken buna engel olmaya çalışırken babasının omzundan çıkan kurşun ile öldürülmüş. Birinin kim tarafından öldürüldüğü bile belli değil, ikiziyle birlikte yakılarak can vermiş. Çocukluk arkadaşıma baktım sonra, tüfekle vurulan. Öylece öldü, yok edildi sevgilisi tarafından.

 Garipsiyorum hayatı. 

Kıskançlık, tartışma, reddedilme gibi sebeplerle katledilmişler. 

En beğendiğin erdem hakikat mı? Pekâlâ hakikatin ne olduğu hakkında bir tartışma ne kadar geçerli sayılabilir ki? Sıfırdan düzdüğün tarlana koyduğum sayıları varsayalım ki bir parsel yandan yerleştirmeye başladım, hakikatim değişir mi? Bulanık mantık diye bir şey duymuştum yıllar evvel. Klasik mantıkta bir nesne ya bir kümeye dahildir ya da değildir. Bulanık mantık ise gerçek dünya problemlerine benzetmek için çıkmış olan bir mantık yapısıdır. 

Kısacası klasik her kafadan çıkan kum tanecikleri ne kadar fazla birikirse artık sahildeyiz diyebiliriz veyahut kafamdan kaç tane saç teli koparsa kel kalırım gibi soruların cevapları için kullanılan bir mantık türüdür. 

Bulanık mantık bir yapay zekâ uygulamasını oluşturma biçimidir de diyebiliriz aslında. Şimdilerde herkesin chatleştiği yapay zekalar bulanık mantıktan 1965'lerden çıkmadır. Bu kaosun içinde, hayat değişken ve sınırsız seçeneklere sahipken bunu değerlendirebilecek bir sistem epey akıllıca açıkçası. Evet belki Kasparov veya Carlsen 20-30 hamle ilerisini tüm olasılıklarını hesaplayabilecek kapasitede lakin kabul etmeli ki insan zekâsı kısır bu hususta. Ömrün boyunca baştan sayabileceğin sayılar pek kısıtlı. Bulanık mantık ne işe yarıyor diyorsanız televizyonun düğmesine bir defa basmanız yetebilir. Zira televizyon bulanık mantık kullanılarak üretilmiştir. Önünüze çıkabilecek bir tomar teknoloji ürünü bulanık mantık sayesinde üretilmiştir. Matematiksel kavramların karmaşıklaşmaması kaidesi ile bu mantık türü kullanışlı sanıyorum. 

Beni arayan psikolojik danışmanıma söylediğim "Biraz ölmek istiyorum." lafım bulanık mantığa epey uyuyor aslında. Ölmeyi istemek ve istememek sıfır ile bir olarak sayılırsa ne sıfırın altında bir isteksizlik ne de birin üzerinde bir arzuya sahibim. Sıfır ve bir arasında takılıyorum. 

Bir deney yapmışlar işte hafıza hususunda, duydun mu bilmiyorum. Denekler iki gruba ayrılmışlar ve denekleri iki farklı duruma tabi tutarak ertesi gün hatırladıkları bilgileri paylaşmalarını istemişler. İlk grubun deneyimlediği sahnelere müdahele edilmemiş. İkinci grubun ise deneyimlediği sahnelere stres faktörleri koymuşlar. Kimisinin yaşadığı stres dolu bir iş görüşmesi senaryosu iken kimisinin ise endişe verici, hatta hayati sayılabilecek bir şiddet görseli ile karşılaşması gibi örnekleri var.

Deneklere bulundukları yerin tarif edilmesi istendiği vakitte strese, endişeye maruz kalan deneklerin odadaki objeleri çok daha net hatırladığı gözlemlenmiş. 

Yarım kalmış işlerin insan beyninde loopa girerek, psikolojik rahatsızlıklara sebep olması gibi düşünebiliriz. Stres ve kaygı zamanlarında beyinlerinde kazınmış olan durumlar, sakin bir ortamda daha az kalıcı olabiliyor. Kalıcı olamayan beyin kendi kendisini manipüle ederek kimi hatırayı değiştirmeye de müsait sanırsam. Anladığım kadarıyla sofistike bir beyin, spontane kararlar eşliğinde hiç yaşanmamış fakat yaşanması muhtemel olan olayları beynimizde değiştiredebilme potansiyelinde. 

Sahte bir anı yaratıyorum, seni de koyuyorum senaryoya Aden. Tanrılar sessizler bu durum karşısında. 

(Anıları pas geçebilir miyiz rica etsem, kızmazsın değil mi?)

Kızmam, kırılmam, alınmam, yargılamam söylediklerinize. Benimle konuşurken için rahat olabilirsin lakin sen de biliyorsun, bir dedektif gibi araştırmalıyız geçmişimizi. 

(Fakat pas geçsek olmaz mı?)

Sen üzül diye böyle yapmıyorum, senden istenilen bu idi unutma. 

Terapiyi de terapistleri de sevmiyorum, yardım edin! 

Belki bir gün, belki başka bir zamanda, belki bambaşka bir yerde çıkarsın karşıma. 

Belki yargılanmayanları hayat yargılar. 

-Kimse adını bile hatırlamayacak. İntiharın yalnızca bireysel bozukluklardan ötürü olduğunu, toplumsal etkenlerin var olmadığını öne süren psikanalistler bile varlar. Onları es geçiyoruz, beni kim sahiplenecek şimdi? 

Ben yorgunum. 


-Ben bitkin hissediyorum. Satıldım mı üç kuruşluk paltoya? Beyaz olsun bari. Kanat çırpma ses çıkartır. Sakın sevme onları, onlar sevilmeye alışık olmadıkları için tepki gösterecektirler şevkatli yaklaşımlarına. Sakın onlara bakma! Bir anne kucağı ile yaklaşırsan eğer bağıracaklardır sana, eksik olan sen değilsin. 

Sakın yardım edebileceğim diye atılma kurtların arasına. Yardım istiyor olsalardı, alırlardı. Almadılar, almalıydılar, alsalar fena olmazdı. 

-Beni niye peşinde sürüklüyorsun Aden? Evet seni kontrol etmek için bildiğim cevabı senden duymayı istedim. Kalabilirdin, gelmemeyi seçtin. Şiddet bitmiyor ve bitmeyecek gibi duruyor. Buna karşın kendimizi hazırlamamız gerektiğine dair olan görüşüm git gide güç kazanıyor. Karanlık çökecek, o halde biz daha da kararalım. Merhaba, hi, ciao, halo, hola. 

Aç vücudunu, görmek istiyorum yaralarını. 

-Seveceğim seni çekinme benden, Aden seni yargılar mı hiç? Hep iyi biri oldun sen bana karşı, sen hep neşeliydin. Aden senin de gözlerinden yaşlar akıyor biliyorum. Sen de üzülüyorsun değil mi? 

Hayır, üzgün falan değilim. Hak ettiğin hayatı yaşıyorsun. 

-Yok olmak istiyorum. 

O gün yaşananları nasıl algıladığını çok merak ediyorum açıkçası. Senden ne kadar nefret ediyor olsam da, o gün hakkında konuşmak ister misin? O gün neler yaşandı? 

-Bir daha yaşamak istemiyorum anlatarak. Ben yaşamak bile istemiyorum ki. 

O gün neler yaşandı, ne hissettin? 

-Bayıltıldığın zaman biri tarafından kısa bir süreliğine yaklaşık 2-3 dakika kadar bilincin yerinde olmaz. Kısacık görüntüler gelir zihnine, rüya görür gibi olursun. Rüyaların kimi zaman korkunçtur, kimi zaman korkundan altına işersin. Ayıldığında kontrol edersin altına yapmış mısın diye. Korku yaşandı o gün. Bayıltıldığım ilk anda ne hissettiysem aynı şeyleri hissettim. O kısımlar benim en derin çukurum ve kötü olansa hatırlamıyorum bile. Korkunçluğu, altıma yapışım ve karanlık dışında bir şey hatırlamıyorum. Yeterince aptaldım karanlık adına. Gözlerimin altında saklıyorum ben o gün yaşananları. Bana bir daha böyle bir soru sorma olur mu? Seni kaybetmek istemiyorum. 

Sen bana hiçbir zaman sahip olmadın ki. Senden oldum olası nefret ettim, niçin umurumda olasın?

-Beni aptal yerine koyman da benim umurumda değil. Önemsediğini, senin de canının yandığını biliyorum. 

Sen beni hiçbir zaman ağlarken göremeyeceksin. 

-Biliyorum Aden, biliyorum. 

Ne kırılganmışsın sen de henüz Türkçeyi doğru düzgün sökememişsin. Sen nasıl bir bebektin yahu, konuşabiliyor muydun? Şu gülüşe bak, sinir bozucusun. Çakmağın yine mi yok, getir yakayım sigaranı. Salağın tekisin özünde fakat sana söyleyeceğim hiçbir tavsiye üzgünüm ki iyileştirmeyecek bu salaklığını.

-Şşh! Duyuyor musun sözleri kafamızda çalkalanıyor yine. Kaç sene geçti hâlâ nasıl hatırlıyorsun bu sözleri? Ördüğü duvarlar yine aşındı sanırsam. Ben uslu bir bebektim. Ben uslu bir bebektim. Ben konuşabiliyordum. Ben kendimi ifade edebiliyordum bir zamanlar. Bana tavsiye verme, ne avunmalar ne tavsiyeler paklar beni. Kaşık dolusu küfürler et benliğime. 

Ne yaparsam yapayım, ne söylersem söyleyeyim kendine söylediğin sözler kadar ağır konuşamayacağım. Senin kendi canını acıttığın kadar hiçbir zaman senin canını acıtamayacağım. Her ne söylersem söyleyeyim sen yine her gün kendini öldüreceksin. 

-Ne yaparsan yap, ben böyle olmaya devam edeceğim diyorsun yani. Lakin kaçırdığın bir nokta var. Ben yardım dilendim. 

Aciz.

-Güç dediğin kıstas nedir tanımlamalısın. 

Aciz.

-Yardım dilenmek acizlikse eğer, en aciz benim bu hayatta. Pes etmek istemiyorum ben, pes etmemek için yardım dileniyorum.

Yardıma mı ihtiyacın var pes etmemek için, mızmız seni.

-Bu eleştirilerin sebepleri çevrem. Kendimi bu kadar farklı bir açıdan yorumluyor olmamın tek sebebi sanıyorum çocukluğumda karılaştığım dış etkenler. 

Komşularından mı ailenden mi arkadaşlarından mı bahsediyorsun? 

-Kendimden bahsediyorum, yaşlandım. Pek çok şey gördüm ve sanırım yeterli oldular. Pek bir sıkıldım biliyor musun, keyif vermiyor artık yaşamak. 

Bir vakitler veriyor muydu ki? 

-Bir vakitler umudum vardı. Toprağa girene kadar yapacağım dediğim hayallerim vardı. 

Hayal değiller mi adı üstünde? Hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olana demiyor muyuz hayal diye. Gerçekleşme ihtimali olan eylemlerin isimleri plan olmalı kanımca. 

-Mazini ayrı sikeyim, derdini ayrı sikeyim, varlığını ayrı. Şşh final sahnesini yazmam gerekli, kısın şu sesleri! Duyamıyorum kendi sesimi bile, bu ne patavatsızlık? Ne ayıp yaptığınız, susunuz rica ediyorum. 

Ne yaşadın bilmiyorum fakat onlar adına ben özür dilerim senden.

-Pekâlâ, teşekkürler. Kabul edilmedi lakin kabul. 

Edilgen mi? Etken nerede? Dış etkenler? Bilinç? Emile Durkheim? Sesi çıkmayan yavru pandalar? Sensiz çalınan çalgılar? Oo Foucault mu okuyorsun, kolay gelsin!

-Tamam, tamam. Susuyorum. 

Sen konuş, bırak bunları. 

Öldürdün mü sen şimdi beni? Üzerimden mi geçti araban?

Öksürerek cevap vermek istiyorum.

Aa, şey sen konuşabiliyor muydun? Esaretini de paylaşırsın sen şimdi bu suçlular ile aynı hapis duvarlarında. Bana seslenen bir makine var, Eros ve Thanatos isimleri.

Nyx'in doğurduğu Thanatos mu? Gece tanrıçası Nyx, Hypnos ve Thanatosu doğurdu. Gece tanrıçası uyku ve ölümü doğurdu. Thanatos kahramanlık ve erdem sahibi insanları Elysiona yani cennete götürür. Thanatos ölümün ta kendisiydi. Hipnozu da bir zahmet bil, bilmiyorsan bayıl hadi!

Eros kimdi?

Aşkın, bolluğun, doğurganlığın, tutkunun tanrısı Eros.

Demeter değil miydi bolluk, fertility?

Freuda göre yaşama istenci Erostaydı. Yenilenme, yaşama içgüdüsü, zevk diye ifade edebilirim. 

Erosu istemiyorum, Thanatos gelsin. 

Thanatos ses çıkaramaz, yalnızca gırlar. Yanına konuşmak için Daphne'yi çağırmalı mıyım? 

Çağır, Daphne ve Thanatos gelmeli. 

Kısacası ne istediğini söylemelisin, çekinmeden. Sana değer veriyorlarsa eğer isteklerine de saygı göstereceklerdir. Kalbin mi yaralandı, bu yangın da neyin nesi? Onu gördüğünde çarpınan ritmik şey de ne? Ritmini yitiriyor şimdi de, bozuldu bozulacak. Şaşırtmadan bozuldu bile, kendi kendisini mi yaraladı şimdi o? 

Hey, bıçak mı çıkarttılar sana? Korktun mu sen? Bağırma sakın duymuyor seni.

"Fiziksel olarak güçlü olmak hiçbir şeyi değiştirmez. Mevzu bana kalırsa fiziksel güçte değil." dedi bıçağı gözleriyle süzerken. Bir hareket ile atlamak istiyordu üzerine fakat nasıl olacaktı? Tedavi görmüyor muydu, daha bu sabah görüşmemiş miydi terapisti ile hayatta kalmak için? Onca çabası boşa gitsin istemiyordu fakat bu bahanelerden başka olarak büyük bir korku da sarmıştı vücudunu. 

"Korkuyorum." demek yerine "Ölmek ya da ölmemek umurumda bile değil, fiziksel olarak benden daha güçlü oluyor olman seni daha az şerefsiz ya da daha şerefli yapmayacak."

Bıçağı sapladığımda da böyle söylersin. 

"Fark etmez. Ölmek ya da ölmemek değil mevzu, fiziksel güçte olduğunu düşünmüyorum hakikatin ve kudretin."

Gerçekten o bıçak saplansaydı bile vücuduna yine de inanmayacaktı hakikatin fiziksel güçte olduğuna. 

(Aden sahneyi sessizce terk ederken, kapıda Daphne belirir.)

Daphne: "Ah, geç mi kaldım? Bir miktar trafik vardı kesinlikle ayna karşısında kalakalmadım saatlerce."

Kee: "Sana inanıyoruz, ayna karşısında saatlerini harcayacak biri değilsin sen zaten."

Daphne: "Teşekkür ederim sonunda biri beni anladı." diyerek uzunca iç çekti. 

Kee: "Endişelenme, saatlerini ayna karşısında geçiriyor olsaydın da seni özleyecektik."

Thanatos: "Grrr!"

Kee: "Ölüm bile peşinde, her birimiz hayranız hali hazırda varlığına. Melekler halt yemiş, kıvılcımlar çay bile demlemiş."

(Aden bir hışımla içeri girer.)

Aden: "Geldin mi sonunda? Çok geç kaldın, başlamalıydık çoktan. Thanatosu götür Kee, hazırlansın şimdiden." 

Thanatosun asasından tutarak sahne dışına doğru sürükler Kee. Tamamen sahne dışında olmak istemediği için bir ayağını çemberin içinde tutarak Thanatosa yolu uzaktan tarif eder.

(Thanasos gırlayarak uzaklaşır, pek yakında geri gelecektir.)

Aden: "Daphne seni bir süreliğine başa geçirmeliyiz, Kee arka planda kalmalı. Ben yardımcın rolündeyim, bu bi Commedia dell'arte oyunu değil fakat maskeleri giymek zorundayız. Oyunu bir miktar değiştirerek yepyeni elementler eklemeye çabaladık."

Daphne: "Rolümü bilmeden başa geçemem."

Bu lafın üzerine kusacak gibi hissetti seyirciler. Bembeyaz bir ekrana yansıyan terapist bir hanımefendinin görüntüleri eşliğinde Daphne gibi süslü bir kızdan böyle ağır bir laf beklemiyorlardı. Kazanan yine terapist oldu, kasa her zaman kazanır. Herkesin aklında tek bir soru vardı; "Bu kız rol mü kesiyor?"

Neyden kaçıyorsun gözlük ve şapka takarak? Burada kimse sana zarar veremez ki. 

(Şşh seyircileri rahatsız ediyor böyle etkenler. Onları rahatlatmak için bir klasik müzik aç Mozarttan. Sihirli flüt müzikalinden birkaç senfonik dinleti vakti.)

H2O: Nefret et!

Aden: "Ben değilim artık baştaki. Mantı mı yedin sen? Sanırım elinde tuttuğun kase geleceğini belirliyor. Bağdaş kur, sana nasıl nah çekeceğini öğretiyorlar."

Kee: "Seni özledim Aden. Sanıyorum Daphne halledecek, tehlike geçti. Bir miktar yetkileri ona bırakıp uzaklaşsak mı?"

Aden: "Benden tiksindiğini biliyorum Kee rol kesme. Sorumluluklarımız var hem. Ben seni hiç özlemedim."

Kee: "Hiç mi özlemedin?"

Aden: "Elbette hiç özlemedim. Benden kilometrelerce hatta kilodaltonlarca uzak olsan ne, ben seni yaşatıyorum hep içeride bir yerde."

Kee: "Yalan söylemiştim aptal, niçin ciddiye alıyorsun. Hemen duygusala bağlama sakın. Kalbim dayanmıyor artık."

Aden: "Neye dayanmıyor ki kalbin?"

Kee: "Salaklığına."

(Aden uzunca seyretti Kee'yi. Nefret değildi hissettiği, intikam isteği ile dolu değildi yüreği. Ona yalnızca gösterebilmek istiyordu söylediklerinin kendisindeki tesirini. Sonra vazgeçti bu fikirden. Kendi eksikliğinden ötürü üzerine olmadık bir lafı alınmıştı işte, Kee ile alakalı bile değildi bu hüzün.)

((Thanatosun uzaktan gırlama seslerini duyan Kee durumun ciddiyetini kavradığında ayağa kalktı. Uzaklarda ağlayan bir kız çocuğu vardı, sarılacaktı göya ona. Thanatos durdurdu onu, daha kötüsü ise sahneye Medusa giriş yaptı.))

Medusa: "Sakın o kız çocuğunun yanına gideyim deme! Lanetli gözlerim yalan söylemiyor bu konuda." 

Görmezden gelerek durumu atlatmaya çalışsa da becerememişti. 

Daphne: "Apollo yaklaşıyor. Kaçın mağaralarınıza!" diye haykırarak odaya kilitledi kendisini. 

Aden ve Kee çoktan bir akşam yemeğine çıkmışlardı. 

Medusa kalmıştı yalnızca geride, üstlelik yapayalnız. Gözlerini kapatmamalı, gözlerini oymalı, gözlerini görmüş olamama rağmen unutmalı. 

Medusa: "Kolumdan mı tuttu o? Ne yaptığını sanıyor, canı istediği zaman alay mı edecek şimdi?"

Thanatos belki de ilk defa anlaşılabilir bir cümle kurmuştu. 

Thanatos: "Grrr! Grr-rr!"

Medusa: "Haklısın. Bu beyefendi de herkes gibi değil mi? Eve bir kız atmıştım ben şeklinde bir cümle kurdu. Bekler miydin böyle demesini?"

Thanatos: "Grr?"

Medusa: "Hayır yanlışsın. Mors alfabesi ile konuşma ayrıca, hiçbir okuyucun bunu çözmeye çabalayacak kadar psikopatın olmayacak."

Thanatos: "GRRR!"

Medusa: "Evet, çatı katındaki odasına 'kız atmış.' Ne aptalım ki tanrısallaştırdım ona olan sevgimi. Ben elimden geleni yaptım. Şevkat göstermedi demek haksızlık olurdu ona. Elinden geleni yaptı."

Thanatos Medusa'ya doğru yaklaştı. Kanına girmeyi planlıyordu, damarlarından akması gereken yalnızca kendisiydi. 

Medusa bir anne şevkati ile başını okşadı ölümün. On iki tanrı, on iki hayvan, on iki günah mütemadiyen yedisi ızdırabın maddeleri, kalanlar ise çakralar. (Kafamdan geçenleri aktaramıyorum.)

(Ne zaman aktarabildin ki?)

(Dragon mu dedin sen, kapat o çeneni.)

(Ya kalırsa, yalnızca güçlü aşıklar kalır bu dünyada. Sanmıyorum ki kaypaklar kazansın. İnanasım gelmiyor, inanıyorum yine de güçlü bir aşkın önüne gelen her engeli yıkabileceğine. Güçlü bir aşka dışarıdan gelecek bir darbe de etki etmez ki, kendisini yiyip bitirebilir yalnızca. Seni yakan şey de bu değil mi? Senin ne güçlü bir aşkın var ne de inancın. Boşluk var pekçe. Geride kalacak olan o güçlü aşk seni pek bir korkutuyor. Tamamlanamamışlık hissin senin sonunu düzüyor.)

(Kalmaz, cahilim ben. Benim kalıntılarım yok edilir, çürür ve parçalanır. Yıldızların içinden göz kırpar fakat yine de gıkı çıkmaz.)

(Bari izin ver doğru düzgün veda edeyim.)

(Kaçıncı veda bu, ne zaman anlayacaksın güçsüzlüğünü? Yardım isteyerek bir güç gösterisinde bulunmuş olman değiştiriyor mu bir şeyleri? Pekâlâ konuşmayı öğrenelim, pekâlâ ses tonumuzu düzenleyelim, pekâlâ zayıflayalım veya yeme düzenimizi yerine oturtalım, pekâlâ işimizde iyi olalım, pekâlâ düşelim ve kalkalım. Kabul!)

(Sen kabul etmezdin böyle bir diyaloğu, ne oldu?)

(Ben yokum. Güçlüyüm sanmıştım yardım isteyebilecek kadar. Yine düştüm. İlgi çekmek için varımı yoğumu ortaya koyuyormuş gibi hissediyorum, hâlbuki biri ilgi gösteriyor olsa ne tepki vereceğimi şaşırırım. Biri nasılsın dediğinde bile ne cevap verilir bilmiyorum.)

Nasılsın? 

Thanatos: "Grr!"

Medusa gelen sese doğru kafasını çevirdi. Eros gelmemeliydi bu müzikale. Planlanmadı, test edilmedi, ezberlenmedi, replikler okunmadı. 

Haydi!

Medusa: "Nereden geldin, kimleydin, kaç kişiydiniz?"

Eros: "Ben Cupid. Kapıp itiyorum insanları. Cılız ve iğrenç bir döngü. Cılız ve iğrenç bir yazar. Cılız ve iğrenç bir karakter. Cılız ve iğrenç bir oyuncu."

(Benden bahsediyor.)

Eros: "Hepinizden bahsediyorum."

Sen kimsin ki? Dejavu yaşayıp duramaz o beyin. Hasarlı bir met, hediye paketi, ne almalıyım? Düşün bir. 

Medusa: "Çocukluk anıları çıkmıyor aklından. O kadar küçük bir çocuk güçsüzlüğün ne olduğunu kestiremez. Ben daha küçüğüm ondan, öğrenemiyorum. Ben söyleyebilirim, bir suçum yoktu. Geldi geçti elbette fakat unutuyor da değilim. Hepsi benimle."

(Aden gelir.)

Kee nerede?

Kee ipi getirmeyi unuttu, onu almak için yola çıktı. 

Aden nerede? 

Tam karşında duruyor baksana suratına. Ah, suratını unutmuş o da. 

Kee: "Bensiz bu müzikal kabul edilemez bir saçmalık."

Medusa: "Benim esas oyuncu herkes çıksın!"

Medusa herkesi kovsa da Thanatos ilerlememişti. Thanatosun omuzlarına dokunan Daphne hasar görmüş olacak ki topallayarak yürüyordu. 

Daphne: "Cehennemden geri gelmeni bekliyorum. Cehenneme beni de götürmeni bekliyorum."

Medusa: "Bu Daphne değil, replikleri mi karıştırdınız yine?"

Daphne: "Benim Medusa. Yanlış görmüyorsun, ellerini kalçasında birleştiren benim. Fakat sen bir melektin diyeceksin, değilim artık. En sevdiğim arkadaşımı ortada bıraktığım zaman meleklik görevimi de devrettim ben telefon başında."

Medusa: "Ne zamandı?"

Daphne: "Hatırlamaz! Bu kız hiçbir boku hatırlayamıyor ki, silmiştir muhtemelen. Öncedendi, çok önceden. Birlikte dans edebildiğin tek insanı, sana şarkı söylerken eridiğin, duşta sarhoşken birbirinizi yıkadığınız, şiirlerini tek duymayı seven, gözlerinde güveni bulduğun tek insanı yitirdiğin zaman melekliğini de orada, onunla birlikte bırakıyorsun."

Medusa: "Sen sarhoş olmazsın ki. Opera sensiz başlamaz. Onu yem mi ettin aç insanlığa? Kim peki destekledi sen yokken onu? Kime anlattı derdini sen yokken?"

Daphne: "Yazmıştır. Dans etmiştir arkamdan. Ağıt yakmak her zaman bağır çağır olmaz, dans ederek de vedanı edebilirsin. Acı insanları pek farklı etkiliyor. Acıya karşı verdiği reaksiyonlara bakarak kişiliğini bile çözebilirsin bir insanın kanımca."

Medusa: "Acıyı çekerek test etmene gerek yok inan ki. Başın dik olsun, ayakların sağlam bassın yere. Dik durmayı becerebilirsen, yem olmayacaksın!"

Daphne: "Bunu bana anlatma, bacaklarım yanık. Aden'i veya Kee'yi çağır, onlar mücadele etmeli artık sıramı salıyorum."

Aden: "Biri bana mı seslendi?"

Kee: "Yalnızca sana değil, ben de duydum ismimin geçtiğini."

Medusa: "Ben çağırdım sizi ama bu kadar hızlı beklemiyordum. Işınlanmayı mı keşfettiniz yoksa. Moleküler düzeyde parçalanma, kilodaltonlarca birleşim ve çalışan sinirler."

Ben beceremedim bunu. Hediye paketi olarak ne kullanacağımdan bihaberim. Bir kutu almalıyım sanırım, estetik duruş pek mühim.

Şarkı dinlemeden yatağa geçmeli bu kız ki, meşguliyetinden bitap düşmesin. Uyumalı, uyanmalı ve hayata yeniden başlamayı öğrenmeli bir şekilde. 

Medusa: "Hayata nasıl başlarsın ki?"

Başlayamazsın, ortalığa atılırsın yalnızca proje çocuklar gibi. Yürümeyi, zırlamayı, zırlamamayı, bahane üretmeyi, kaçmayı, saklanmayı, gülmeyi, kahkahaları, üzülmemeyi, kırılmayı, alınmayı, soru sormayı, öğrenmeyi öğrenirsin. 

((Medusa atıldı lakin Medusa'nın cesareti sayesinde biranda sahnedeki her kafadan başka bir ses çıkmaya başladı. ))

Medusa: "Ben kini, nefreti, intikamı ve masumiyeti öğretirim."

Daphne: "Ben reddedilmeyi, ölümü, kıskançlığı ve kabul edemeyişleri öğretim."

Aden: "Ben sevgiyi öğretmek istiyorum."

Medusa, Aden'i duyduğunda atılır konuşmaya.

Medusa: "Eğer sevgiyi öğretmek ise amacın kolay gelsin. Sevgisizlik vasıtası ile ona sevgiyi öğreteceğim hususunda size garanti verebilirim."

Aden: "Ben sevgisizlik yolundan ziyade bu kavramı ona yaşatmak için çabalayacak olanım. Değişken tavırların olabildiği gibi patavatsızsın." 

Medusa: "Sevgiyi öğretebilecek kapasiteye sahip değilsin sen, Kee nerelerde?"

Aden, Kee ismini duyduğunda elinde sıkıca tuttuğu bardağı düşürdü. 

Kee neredeydi? Az evvel birlikte akşam yemeği yememişler miydi? Bir sahne arası yıllar mı sürüyordu? Nerelerdeydi Kee? 

Aden Medusa'ya göz ucuyla bakarak sahneyi terk etmek üzere yola çıktı. Aden'i Daphne takip ederek ağaçların altına çöktüler birlikte. Sahnede Aden ve Daphne dışında kimse yoktu. O hayat ağacının gölgesinde konuşulacaktı bu aşk. 

Eros: "Aşk mı dedin?"

Eros senin sahnen gelmedi henüz, git!

Aden: "Kee nerede? Bilmiyorum Lee'nin nerede olduğunu? Hiç var oldu mu yanımda ondan bile bihaberim. Her bir dakikasını büyük bir zevkle hatırlayacağım bana son defa sarılışının. Cehennemden sırf bu sarılma için geri geleceğime ant içiyorum. Bu geceki cin tonikler benden olsun. Bu ağaç şahidimdir ki etim ve kanım ile onu arzuluyorum. Ayaklarımın yere bastığı sağlamlıkta bir güven inşa ediyorum. Bacaklarımdaki, karnımdaki, kollarımdaki kaslarım şahit olsun ki onun sarılışının sıcaklığı içimde bir karınca yuvasından fırlamış ordular gibi yüreğime akın ediyordu. Kee nerede? Gelmeyecek mi? Pekâlâ uğrar, pekâlâ yine gelir ve görürüz onu lakin sanırsam o bizi hiçbir vakit görmeyecek. Tek taraflı büyüttüğüm sevgim her zaman güllük gülistanlık değildi. Ben bir orospuyum, ben kaltağım ve kaşarım."

Daphne: "Ellerini uzat! Kokusunu anımsıyor musun, sarılmışsınız ya veda ederken. Hatırında olanları duymak istiyorum."

Aden: "Birkaç saat evveldi. Aynı gün doğmuşuz ki biz, yalnızca bambaşka yıllar içerisinde. Dünya durup karar vermiş midir dersin aynı gün doğuşumuza? Aynı gün doğanların teni tenine değebilir mi ki? Mazide kaldı hayallerim sanırsam, kaybettim şansımı çoktan. Dünyaya bir kere daha gelmek ve senaryoyu değiştirmek istiyorum. Varlığı büyük bir lütuf, onu tanımış olmak beni gururlandırıyor. Keşke onunla tanışmadan evvel bu denli sarsılmış olmasaydım. Bu denli bir yıkımın ardından kalıntıların etlerine yapışsa. Suretini kazısak topraktan. Toprak kabul eder mi gözyaşlarımızı? Kim bilir neler için aktı o yaşlar gözlerinden? Rahatlıkla ağlarken hiç görmedim ben Kee'yi. Upuzun bir yolum var, önüme çıkma sakın."

Eros: "Hiç hayatında kontrol edemediğini hissettiğin olaylar yaşandı mı? Tıpkı bu olaylar gibi bazen ne söylediğimiz de kodlanmış misali küçüklüğümüzden itibaren etrafımızın bize empoze ettiği dışsal ne var ne yok içselleştirdiğimiz fikirler, yorumlar, eleştiriler bütününü kapsayan olaylardan ibret olduğunu hayatın düşünüyor musun hiç? Akıl yordun mı hiç yaşamanın ne denli dışsal etkilere bağlı olduğuna dair? Kee bunu kaç kere düşündü sence?"

Aden: "Hiç bu şekilde bakmamıştım bu duruma."

Tamam yeter bu kadar tantana, kapatın sahneyi artık. Dekorlar değişsin artık ikinci perdenin gelme vakti. 

İkinci perdenin özelliği nedir biliyor musun?






#hep dudaklarımı parçalıyorum

Bir rüya gördüm bugün. 18 Şubat, salı.  Yıl önemsiz, saat de yerinde durmuyor zaten.  Sıcak bi suyun içinde, kavrulan etlerimden buharlar yü...