28 Haziran 2023 Çarşamba
Kabus#2
17 Haziran 2023 Cumartesi
Kabus#1
10 Haziran 2023 Cumartesi
Korkuyorum savaştan #2
1 Haziran 2023 Perşembe
Aden sessizce haykıracak kadar köpürtmüş olmalı birasını, korkuyorum bu savaştan #1
Fazla mı geldi Jager shotları? Haklısın gerçi biranda masayı donattılar shotlarla. Yalnızca tuvalete gidip gelmiştin oysaki, bir gördük ki masa shot bardakları ile bezenmiş bir elma bahçesi. Fazla su istemez, mevsimlik verir meyvesini. Lee Kum Kee sosuna bunanmış istridyelerle doldu kafam.
İlk gösterim ne zaman söylesene, beklemedeyim. Yoktun bugün, ne zaman oldun ki? Tabut şeklinde bir masanın etrafına dizilmiş yedi kişi var. Yedi ölümcül günah oturmuşlar mead hallarında bal likörlerini tadıyorlar. Pina colada aromalı içmiş biri, karamel pas geçmiş, bense çilek ve lime aroması seçmişim kendime. (Foreshadowing yapıyorum şu an sayın okuyucu.) Hiçlik ve boşluk arasında bir fark var mı Aden? Kayıp mı ettik seçimleri, duyamadım.
Pina Colada, Sex on the Beach, Pain in the Ass kokteylleri hiçlikken, karamel boşluk. Açlık (gluttony) nerede kaldı, hep geç kalıyor. Güneş kraliyeti sembolize eder fakat şeytan doğan en büyük yıldızın peşindedir. Yıldız mı kaydı? Bebek köpekbalıkları babaları ile asla tanışmazlar, doğduklarında onları terk etmiş olurlar. En son Asos sahilinde kayan yıldızlarla veda etmiştim, unutursun ama unutmazsın sen Aden.
Kaligrafi, grafoloji ve mors alfabesi öğrenmeye çalışıyor kendi kendine. Hafif sağa eğilimli el yazısı yazan kişilerin iletişimi yüksekmiş. Boynu bükük yazıyorum diye beni iyi bir konuşmacı sanıyorlar halbuki götüm çıkıyor cümle kurarken. Herkes beni seyrederken düzgün bir cümle kurarak içini açabilmek ne zor eylem. Sümkürdün mü sen, balgamı çıkmış çocuğumun. Endişe etme sakın, sakın, sakın, sevdalandın mı sen? Sakin ol, dudakları kırmızı değiller. Melekler zaten çalacaklar onu da eninde sonunda. Hayır seçimleri hatırlatma! Hayır! Hay sikeyim!
Ben robot değilim, ülkem kaybetti.
Ben robot değilim, herkes kaçıyor ülkemden.
Ben robot değilim, herkes bokunda boğulsunlar diyor insanlarıma.
Ben robot değilim, bugün beni kızlarım bıraktı tek başıma sokakta yürümeye korktuğumuz için.
Kol kola girdik güvendiğimiz mahallemizde, ben bugün ülkemden nefret ettim affedin.
Benim babam, Atam idi, 1927'den bu yana gençliğe sesleniyordu. Affet paşam. Vazifemi yerine getiremedim ve müdafaa edemedim hazinemizi. Beni hazineden mahrum etmek isteyen dahili ve harici bedhahlarıma yenik düştüm. Yıkıldım, yıkamadım. İçinde bulunduğum imkan ve şeraiti düşünmeden yeniliyorum bu düşmanlara. Batıyorum daha da diplere. Benzeri görülmemiş bir galibiyeti ben sensiz yaratamam Atam. Memleketimin her köşesi kendi vatandaşları tarafından bilfiil işgal edilmiş, elim kolum bağlı. İktidardakiler gaflet, delalet, hıyanet, hangi pisliği ararsan dibine kadar boka batmış durumdalar. Milletim fakr-ü zaruret içinde bitap düşmüş, bense türk istikbalinin evladı olmaktan utanmış olabilirim bir miktar. Affet paşam, vazifem olan Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtaramadım. Muhtaç olduğum kudret damarlarımda akmıyor, iliğimi sömürdü iktidar. Saatlerce çalışıyorum inanır mısın bir sike de yaramıyor. Çalışıyorum, boş yere de olsa, çalışıyorum. Sansürlenecek her yazım, sansürlenecek varlığım, hiç sayılacağım. Kaybettik Atam, affet.
Ben robot değildim, beni robot olmaya zorladılar.
Umutsuz mu nesil? Sefalet götümüzden ayrılmıyor ve sorumlusu ben miyim, hayır herkes mi, sorumlular kim çıksın hesap versin. Hangi hukukla savunacağım ben hangi olmayan hakkımı ülkemde? Sözde her şey, sözde.
Beş kişi dolaşıyor Afganlar, Türk kızları ne yapsın? Çocuklarım tehlikede, yönetenler kör olmuş. Bak mezun olmaya yakınım, bir bok olamadım çay götüreyim ben müşteriye. Nereye atanayım salak mısın, gider miyim tek başıma sanıyorsun?
Ben robot oldum, cevapları bulamıyorum.
Ben robot oldum, yüksekler beni almıyor yanlarına.
Nezaket diye bir şey vardı sanki, nerede kaldı acaba? Bana orayı gösterebilir misiniz rica etsem, orada bulunmak istiyorum.
(Aden kapıyı açtı ve yavaş adımlarla sarmaşıklarla doldurulmuş koridora doğru yol aldı.)
Anıt sayaça baktım şimdi benim ismimde kaç kadının canı, nasıl katledilmiş diye. Beş kadın var üçü reşit bile değil. 1.5 yaşında yalnızca yemek yememesi sebebiyle babasının şiddeti üzerine hayatını kaybeden bir çocuğum var. Bir kadın hamile bir halde eski kocası tarafından bıçaklanmış, biri şikayet ettiği sapığı tarafından silahla öldürülmüş. Biri babası intihar edecekken buna engel olmaya çalışırken babasının omzundan çıkan kurşun ile öldürülmüş. Birinin kim tarafından öldürüldüğü bile belli değil, ikiziyle birlikte yakılarak can vermiş. Çocukluk arkadaşıma baktım sonra, tüfekle vurulan. Öylece öldü, yok edildi sevgilisi tarafından.
Garipsiyorum hayatı.
Kıskançlık, tartışma, reddedilme gibi sebeplerle katledilmişler.
En beğendiğin erdem hakikat mı? Pekâlâ hakikatin ne olduğu hakkında bir tartışma ne kadar geçerli sayılabilir ki? Sıfırdan düzdüğün tarlana koyduğum sayıları varsayalım ki bir parsel yandan yerleştirmeye başladım, hakikatim değişir mi? Bulanık mantık diye bir şey duymuştum yıllar evvel. Klasik mantıkta bir nesne ya bir kümeye dahildir ya da değildir. Bulanık mantık ise gerçek dünya problemlerine benzetmek için çıkmış olan bir mantık yapısıdır.
Kısacası klasik her kafadan çıkan kum tanecikleri ne kadar fazla birikirse artık sahildeyiz diyebiliriz veyahut kafamdan kaç tane saç teli koparsa kel kalırım gibi soruların cevapları için kullanılan bir mantık türüdür.
Bulanık mantık bir yapay zekâ uygulamasını oluşturma biçimidir de diyebiliriz aslında. Şimdilerde herkesin chatleştiği yapay zekalar bulanık mantıktan 1965'lerden çıkmadır. Bu kaosun içinde, hayat değişken ve sınırsız seçeneklere sahipken bunu değerlendirebilecek bir sistem epey akıllıca açıkçası. Evet belki Kasparov veya Carlsen 20-30 hamle ilerisini tüm olasılıklarını hesaplayabilecek kapasitede lakin kabul etmeli ki insan zekâsı kısır bu hususta. Ömrün boyunca baştan sayabileceğin sayılar pek kısıtlı. Bulanık mantık ne işe yarıyor diyorsanız televizyonun düğmesine bir defa basmanız yetebilir. Zira televizyon bulanık mantık kullanılarak üretilmiştir. Önünüze çıkabilecek bir tomar teknoloji ürünü bulanık mantık sayesinde üretilmiştir. Matematiksel kavramların karmaşıklaşmaması kaidesi ile bu mantık türü kullanışlı sanıyorum.
Beni arayan psikolojik danışmanıma söylediğim "Biraz ölmek istiyorum." lafım bulanık mantığa epey uyuyor aslında. Ölmeyi istemek ve istememek sıfır ile bir olarak sayılırsa ne sıfırın altında bir isteksizlik ne de birin üzerinde bir arzuya sahibim. Sıfır ve bir arasında takılıyorum.
Bir deney yapmışlar işte hafıza hususunda, duydun mu bilmiyorum. Denekler iki gruba ayrılmışlar ve denekleri iki farklı duruma tabi tutarak ertesi gün hatırladıkları bilgileri paylaşmalarını istemişler. İlk grubun deneyimlediği sahnelere müdahele edilmemiş. İkinci grubun ise deneyimlediği sahnelere stres faktörleri koymuşlar. Kimisinin yaşadığı stres dolu bir iş görüşmesi senaryosu iken kimisinin ise endişe verici, hatta hayati sayılabilecek bir şiddet görseli ile karşılaşması gibi örnekleri var.
Deneklere bulundukları yerin tarif edilmesi istendiği vakitte strese, endişeye maruz kalan deneklerin odadaki objeleri çok daha net hatırladığı gözlemlenmiş.
Yarım kalmış işlerin insan beyninde loopa girerek, psikolojik rahatsızlıklara sebep olması gibi düşünebiliriz. Stres ve kaygı zamanlarında beyinlerinde kazınmış olan durumlar, sakin bir ortamda daha az kalıcı olabiliyor. Kalıcı olamayan beyin kendi kendisini manipüle ederek kimi hatırayı değiştirmeye de müsait sanırsam. Anladığım kadarıyla sofistike bir beyin, spontane kararlar eşliğinde hiç yaşanmamış fakat yaşanması muhtemel olan olayları beynimizde değiştiredebilme potansiyelinde.
Sahte bir anı yaratıyorum, seni de koyuyorum senaryoya Aden. Tanrılar sessizler bu durum karşısında.
(Anıları pas geçebilir miyiz rica etsem, kızmazsın değil mi?)
Kızmam, kırılmam, alınmam, yargılamam söylediklerinize. Benimle konuşurken için rahat olabilirsin lakin sen de biliyorsun, bir dedektif gibi araştırmalıyız geçmişimizi.
(Fakat pas geçsek olmaz mı?)
Sen üzül diye böyle yapmıyorum, senden istenilen bu idi unutma.
Terapiyi de terapistleri de sevmiyorum, yardım edin!
Belki bir gün, belki başka bir zamanda, belki bambaşka bir yerde çıkarsın karşıma.
Belki yargılanmayanları hayat yargılar.
-Kimse adını bile hatırlamayacak. İntiharın yalnızca bireysel bozukluklardan ötürü olduğunu, toplumsal etkenlerin var olmadığını öne süren psikanalistler bile varlar. Onları es geçiyoruz, beni kim sahiplenecek şimdi?
Ben yorgunum.
-Ben bitkin hissediyorum. Satıldım mı üç kuruşluk paltoya? Beyaz olsun bari. Kanat çırpma ses çıkartır. Sakın sevme onları, onlar sevilmeye alışık olmadıkları için tepki gösterecektirler şevkatli yaklaşımlarına. Sakın onlara bakma! Bir anne kucağı ile yaklaşırsan eğer bağıracaklardır sana, eksik olan sen değilsin.
Sakın yardım edebileceğim diye atılma kurtların arasına. Yardım istiyor olsalardı, alırlardı. Almadılar, almalıydılar, alsalar fena olmazdı.
-Beni niye peşinde sürüklüyorsun Aden? Evet seni kontrol etmek için bildiğim cevabı senden duymayı istedim. Kalabilirdin, gelmemeyi seçtin. Şiddet bitmiyor ve bitmeyecek gibi duruyor. Buna karşın kendimizi hazırlamamız gerektiğine dair olan görüşüm git gide güç kazanıyor. Karanlık çökecek, o halde biz daha da kararalım. Merhaba, hi, ciao, halo, hola.
Aç vücudunu, görmek istiyorum yaralarını.
-Seveceğim seni çekinme benden, Aden seni yargılar mı hiç? Hep iyi biri oldun sen bana karşı, sen hep neşeliydin. Aden senin de gözlerinden yaşlar akıyor biliyorum. Sen de üzülüyorsun değil mi?
Hayır, üzgün falan değilim. Hak ettiğin hayatı yaşıyorsun.
-Yok olmak istiyorum.
O gün yaşananları nasıl algıladığını çok merak ediyorum açıkçası. Senden ne kadar nefret ediyor olsam da, o gün hakkında konuşmak ister misin? O gün neler yaşandı?
-Bir daha yaşamak istemiyorum anlatarak. Ben yaşamak bile istemiyorum ki.
O gün neler yaşandı, ne hissettin?
-Bayıltıldığın zaman biri tarafından kısa bir süreliğine yaklaşık 2-3 dakika kadar bilincin yerinde olmaz. Kısacık görüntüler gelir zihnine, rüya görür gibi olursun. Rüyaların kimi zaman korkunçtur, kimi zaman korkundan altına işersin. Ayıldığında kontrol edersin altına yapmış mısın diye. Korku yaşandı o gün. Bayıltıldığım ilk anda ne hissettiysem aynı şeyleri hissettim. O kısımlar benim en derin çukurum ve kötü olansa hatırlamıyorum bile. Korkunçluğu, altıma yapışım ve karanlık dışında bir şey hatırlamıyorum. Yeterince aptaldım karanlık adına. Gözlerimin altında saklıyorum ben o gün yaşananları. Bana bir daha böyle bir soru sorma olur mu? Seni kaybetmek istemiyorum.
Sen bana hiçbir zaman sahip olmadın ki. Senden oldum olası nefret ettim, niçin umurumda olasın?
-Beni aptal yerine koyman da benim umurumda değil. Önemsediğini, senin de canının yandığını biliyorum.
Sen beni hiçbir zaman ağlarken göremeyeceksin.
-Biliyorum Aden, biliyorum.
Ne kırılganmışsın sen de henüz Türkçeyi doğru düzgün sökememişsin. Sen nasıl bir bebektin yahu, konuşabiliyor muydun? Şu gülüşe bak, sinir bozucusun. Çakmağın yine mi yok, getir yakayım sigaranı. Salağın tekisin özünde fakat sana söyleyeceğim hiçbir tavsiye üzgünüm ki iyileştirmeyecek bu salaklığını.
-Şşh! Duyuyor musun sözleri kafamızda çalkalanıyor yine. Kaç sene geçti hâlâ nasıl hatırlıyorsun bu sözleri? Ördüğü duvarlar yine aşındı sanırsam. Ben uslu bir bebektim. Ben uslu bir bebektim. Ben konuşabiliyordum. Ben kendimi ifade edebiliyordum bir zamanlar. Bana tavsiye verme, ne avunmalar ne tavsiyeler paklar beni. Kaşık dolusu küfürler et benliğime.
Ne yaparsam yapayım, ne söylersem söyleyeyim kendine söylediğin sözler kadar ağır konuşamayacağım. Senin kendi canını acıttığın kadar hiçbir zaman senin canını acıtamayacağım. Her ne söylersem söyleyeyim sen yine her gün kendini öldüreceksin.
-Ne yaparsan yap, ben böyle olmaya devam edeceğim diyorsun yani. Lakin kaçırdığın bir nokta var. Ben yardım dilendim.
Aciz.
-Güç dediğin kıstas nedir tanımlamalısın.
Aciz.
-Yardım dilenmek acizlikse eğer, en aciz benim bu hayatta. Pes etmek istemiyorum ben, pes etmemek için yardım dileniyorum.
Yardıma mı ihtiyacın var pes etmemek için, mızmız seni.
-Bu eleştirilerin sebepleri çevrem. Kendimi bu kadar farklı bir açıdan yorumluyor olmamın tek sebebi sanıyorum çocukluğumda karılaştığım dış etkenler.
Komşularından mı ailenden mi arkadaşlarından mı bahsediyorsun?
-Kendimden bahsediyorum, yaşlandım. Pek çok şey gördüm ve sanırım yeterli oldular. Pek bir sıkıldım biliyor musun, keyif vermiyor artık yaşamak.
Bir vakitler veriyor muydu ki?
-Bir vakitler umudum vardı. Toprağa girene kadar yapacağım dediğim hayallerim vardı.
Hayal değiller mi adı üstünde? Hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olana demiyor muyuz hayal diye. Gerçekleşme ihtimali olan eylemlerin isimleri plan olmalı kanımca.
-Mazini ayrı sikeyim, derdini ayrı sikeyim, varlığını ayrı. Şşh final sahnesini yazmam gerekli, kısın şu sesleri! Duyamıyorum kendi sesimi bile, bu ne patavatsızlık? Ne ayıp yaptığınız, susunuz rica ediyorum.
Ne yaşadın bilmiyorum fakat onlar adına ben özür dilerim senden.
-Pekâlâ, teşekkürler. Kabul edilmedi lakin kabul.
Edilgen mi? Etken nerede? Dış etkenler? Bilinç? Emile Durkheim? Sesi çıkmayan yavru pandalar? Sensiz çalınan çalgılar? Oo Foucault mu okuyorsun, kolay gelsin!
-Tamam, tamam. Susuyorum.
Sen konuş, bırak bunları.
Öldürdün mü sen şimdi beni? Üzerimden mi geçti araban?
Öksürerek cevap vermek istiyorum.
Aa, şey sen konuşabiliyor muydun? Esaretini de paylaşırsın sen şimdi bu suçlular ile aynı hapis duvarlarında. Bana seslenen bir makine var, Eros ve Thanatos isimleri.
Nyx'in doğurduğu Thanatos mu? Gece tanrıçası Nyx, Hypnos ve Thanatosu doğurdu. Gece tanrıçası uyku ve ölümü doğurdu. Thanatos kahramanlık ve erdem sahibi insanları Elysiona yani cennete götürür. Thanatos ölümün ta kendisiydi. Hipnozu da bir zahmet bil, bilmiyorsan bayıl hadi!
Eros kimdi?
Aşkın, bolluğun, doğurganlığın, tutkunun tanrısı Eros.
Demeter değil miydi bolluk, fertility?
Freuda göre yaşama istenci Erostaydı. Yenilenme, yaşama içgüdüsü, zevk diye ifade edebilirim.
Erosu istemiyorum, Thanatos gelsin.
Thanatos ses çıkaramaz, yalnızca gırlar. Yanına konuşmak için Daphne'yi çağırmalı mıyım?
Çağır, Daphne ve Thanatos gelmeli.
Kısacası ne istediğini söylemelisin, çekinmeden. Sana değer veriyorlarsa eğer isteklerine de saygı göstereceklerdir. Kalbin mi yaralandı, bu yangın da neyin nesi? Onu gördüğünde çarpınan ritmik şey de ne? Ritmini yitiriyor şimdi de, bozuldu bozulacak. Şaşırtmadan bozuldu bile, kendi kendisini mi yaraladı şimdi o?
Hey, bıçak mı çıkarttılar sana? Korktun mu sen? Bağırma sakın duymuyor seni.
"Fiziksel olarak güçlü olmak hiçbir şeyi değiştirmez. Mevzu bana kalırsa fiziksel güçte değil." dedi bıçağı gözleriyle süzerken. Bir hareket ile atlamak istiyordu üzerine fakat nasıl olacaktı? Tedavi görmüyor muydu, daha bu sabah görüşmemiş miydi terapisti ile hayatta kalmak için? Onca çabası boşa gitsin istemiyordu fakat bu bahanelerden başka olarak büyük bir korku da sarmıştı vücudunu.
"Korkuyorum." demek yerine "Ölmek ya da ölmemek umurumda bile değil, fiziksel olarak benden daha güçlü oluyor olman seni daha az şerefsiz ya da daha şerefli yapmayacak."
Bıçağı sapladığımda da böyle söylersin.
"Fark etmez. Ölmek ya da ölmemek değil mevzu, fiziksel güçte olduğunu düşünmüyorum hakikatin ve kudretin."
Gerçekten o bıçak saplansaydı bile vücuduna yine de inanmayacaktı hakikatin fiziksel güçte olduğuna.
(Aden sahneyi sessizce terk ederken, kapıda Daphne belirir.)
Daphne: "Ah, geç mi kaldım? Bir miktar trafik vardı kesinlikle ayna karşısında kalakalmadım saatlerce."
Kee: "Sana inanıyoruz, ayna karşısında saatlerini harcayacak biri değilsin sen zaten."
Daphne: "Teşekkür ederim sonunda biri beni anladı." diyerek uzunca iç çekti.
Kee: "Endişelenme, saatlerini ayna karşısında geçiriyor olsaydın da seni özleyecektik."
Thanatos: "Grrr!"
Kee: "Ölüm bile peşinde, her birimiz hayranız hali hazırda varlığına. Melekler halt yemiş, kıvılcımlar çay bile demlemiş."
(Aden bir hışımla içeri girer.)
Aden: "Geldin mi sonunda? Çok geç kaldın, başlamalıydık çoktan. Thanatosu götür Kee, hazırlansın şimdiden."
Thanatosun asasından tutarak sahne dışına doğru sürükler Kee. Tamamen sahne dışında olmak istemediği için bir ayağını çemberin içinde tutarak Thanatosa yolu uzaktan tarif eder.
(Thanasos gırlayarak uzaklaşır, pek yakında geri gelecektir.)
Aden: "Daphne seni bir süreliğine başa geçirmeliyiz, Kee arka planda kalmalı. Ben yardımcın rolündeyim, bu bi Commedia dell'arte oyunu değil fakat maskeleri giymek zorundayız. Oyunu bir miktar değiştirerek yepyeni elementler eklemeye çabaladık."
Daphne: "Rolümü bilmeden başa geçemem."
Bu lafın üzerine kusacak gibi hissetti seyirciler. Bembeyaz bir ekrana yansıyan terapist bir hanımefendinin görüntüleri eşliğinde Daphne gibi süslü bir kızdan böyle ağır bir laf beklemiyorlardı. Kazanan yine terapist oldu, kasa her zaman kazanır. Herkesin aklında tek bir soru vardı; "Bu kız rol mü kesiyor?"
Neyden kaçıyorsun gözlük ve şapka takarak? Burada kimse sana zarar veremez ki.
(Şşh seyircileri rahatsız ediyor böyle etkenler. Onları rahatlatmak için bir klasik müzik aç Mozarttan. Sihirli flüt müzikalinden birkaç senfonik dinleti vakti.)
H2O: Nefret et!
Aden: "Ben değilim artık baştaki. Mantı mı yedin sen? Sanırım elinde tuttuğun kase geleceğini belirliyor. Bağdaş kur, sana nasıl nah çekeceğini öğretiyorlar."
Kee: "Seni özledim Aden. Sanıyorum Daphne halledecek, tehlike geçti. Bir miktar yetkileri ona bırakıp uzaklaşsak mı?"
Aden: "Benden tiksindiğini biliyorum Kee rol kesme. Sorumluluklarımız var hem. Ben seni hiç özlemedim."
Kee: "Hiç mi özlemedin?"
Aden: "Elbette hiç özlemedim. Benden kilometrelerce hatta kilodaltonlarca uzak olsan ne, ben seni yaşatıyorum hep içeride bir yerde."
Kee: "Yalan söylemiştim aptal, niçin ciddiye alıyorsun. Hemen duygusala bağlama sakın. Kalbim dayanmıyor artık."
Aden: "Neye dayanmıyor ki kalbin?"
Kee: "Salaklığına."
(Aden uzunca seyretti Kee'yi. Nefret değildi hissettiği, intikam isteği ile dolu değildi yüreği. Ona yalnızca gösterebilmek istiyordu söylediklerinin kendisindeki tesirini. Sonra vazgeçti bu fikirden. Kendi eksikliğinden ötürü üzerine olmadık bir lafı alınmıştı işte, Kee ile alakalı bile değildi bu hüzün.)
((Thanatosun uzaktan gırlama seslerini duyan Kee durumun ciddiyetini kavradığında ayağa kalktı. Uzaklarda ağlayan bir kız çocuğu vardı, sarılacaktı göya ona. Thanatos durdurdu onu, daha kötüsü ise sahneye Medusa giriş yaptı.))
Medusa: "Sakın o kız çocuğunun yanına gideyim deme! Lanetli gözlerim yalan söylemiyor bu konuda."
Görmezden gelerek durumu atlatmaya çalışsa da becerememişti.
Daphne: "Apollo yaklaşıyor. Kaçın mağaralarınıza!" diye haykırarak odaya kilitledi kendisini.
Aden ve Kee çoktan bir akşam yemeğine çıkmışlardı.
Medusa kalmıştı yalnızca geride, üstlelik yapayalnız. Gözlerini kapatmamalı, gözlerini oymalı, gözlerini görmüş olamama rağmen unutmalı.
Medusa: "Kolumdan mı tuttu o? Ne yaptığını sanıyor, canı istediği zaman alay mı edecek şimdi?"
Thanatos belki de ilk defa anlaşılabilir bir cümle kurmuştu.
Thanatos: "Grrr! Grr-rr!"
Medusa: "Haklısın. Bu beyefendi de herkes gibi değil mi? Eve bir kız atmıştım ben şeklinde bir cümle kurdu. Bekler miydin böyle demesini?"
Thanatos: "Grr?"
Medusa: "Hayır yanlışsın. Mors alfabesi ile konuşma ayrıca, hiçbir okuyucun bunu çözmeye çabalayacak kadar psikopatın olmayacak."
Thanatos: "GRRR!"
Medusa: "Evet, çatı katındaki odasına 'kız atmış.' Ne aptalım ki tanrısallaştırdım ona olan sevgimi. Ben elimden geleni yaptım. Şevkat göstermedi demek haksızlık olurdu ona. Elinden geleni yaptı."
Thanatos Medusa'ya doğru yaklaştı. Kanına girmeyi planlıyordu, damarlarından akması gereken yalnızca kendisiydi.
Medusa bir anne şevkati ile başını okşadı ölümün. On iki tanrı, on iki hayvan, on iki günah mütemadiyen yedisi ızdırabın maddeleri, kalanlar ise çakralar. (Kafamdan geçenleri aktaramıyorum.)
(Ne zaman aktarabildin ki?)
(Dragon mu dedin sen, kapat o çeneni.)
(Ya kalırsa, yalnızca güçlü aşıklar kalır bu dünyada. Sanmıyorum ki kaypaklar kazansın. İnanasım gelmiyor, inanıyorum yine de güçlü bir aşkın önüne gelen her engeli yıkabileceğine. Güçlü bir aşka dışarıdan gelecek bir darbe de etki etmez ki, kendisini yiyip bitirebilir yalnızca. Seni yakan şey de bu değil mi? Senin ne güçlü bir aşkın var ne de inancın. Boşluk var pekçe. Geride kalacak olan o güçlü aşk seni pek bir korkutuyor. Tamamlanamamışlık hissin senin sonunu düzüyor.)
(Kalmaz, cahilim ben. Benim kalıntılarım yok edilir, çürür ve parçalanır. Yıldızların içinden göz kırpar fakat yine de gıkı çıkmaz.)
(Bari izin ver doğru düzgün veda edeyim.)
(Kaçıncı veda bu, ne zaman anlayacaksın güçsüzlüğünü? Yardım isteyerek bir güç gösterisinde bulunmuş olman değiştiriyor mu bir şeyleri? Pekâlâ konuşmayı öğrenelim, pekâlâ ses tonumuzu düzenleyelim, pekâlâ zayıflayalım veya yeme düzenimizi yerine oturtalım, pekâlâ işimizde iyi olalım, pekâlâ düşelim ve kalkalım. Kabul!)
(Sen kabul etmezdin böyle bir diyaloğu, ne oldu?)
(Ben yokum. Güçlüyüm sanmıştım yardım isteyebilecek kadar. Yine düştüm. İlgi çekmek için varımı yoğumu ortaya koyuyormuş gibi hissediyorum, hâlbuki biri ilgi gösteriyor olsa ne tepki vereceğimi şaşırırım. Biri nasılsın dediğinde bile ne cevap verilir bilmiyorum.)
Nasılsın?
Thanatos: "Grr!"
Medusa gelen sese doğru kafasını çevirdi. Eros gelmemeliydi bu müzikale. Planlanmadı, test edilmedi, ezberlenmedi, replikler okunmadı.
Haydi!
Medusa: "Nereden geldin, kimleydin, kaç kişiydiniz?"
Eros: "Ben Cupid. Kapıp itiyorum insanları. Cılız ve iğrenç bir döngü. Cılız ve iğrenç bir yazar. Cılız ve iğrenç bir karakter. Cılız ve iğrenç bir oyuncu."
(Benden bahsediyor.)
Eros: "Hepinizden bahsediyorum."
Sen kimsin ki? Dejavu yaşayıp duramaz o beyin. Hasarlı bir met, hediye paketi, ne almalıyım? Düşün bir.
Medusa: "Çocukluk anıları çıkmıyor aklından. O kadar küçük bir çocuk güçsüzlüğün ne olduğunu kestiremez. Ben daha küçüğüm ondan, öğrenemiyorum. Ben söyleyebilirim, bir suçum yoktu. Geldi geçti elbette fakat unutuyor da değilim. Hepsi benimle."
(Aden gelir.)
Kee nerede?
Kee ipi getirmeyi unuttu, onu almak için yola çıktı.
Aden nerede?
Tam karşında duruyor baksana suratına. Ah, suratını unutmuş o da.
Kee: "Bensiz bu müzikal kabul edilemez bir saçmalık."
Medusa: "Benim esas oyuncu herkes çıksın!"
Medusa herkesi kovsa da Thanatos ilerlememişti. Thanatosun omuzlarına dokunan Daphne hasar görmüş olacak ki topallayarak yürüyordu.
Daphne: "Cehennemden geri gelmeni bekliyorum. Cehenneme beni de götürmeni bekliyorum."
Medusa: "Bu Daphne değil, replikleri mi karıştırdınız yine?"
Daphne: "Benim Medusa. Yanlış görmüyorsun, ellerini kalçasında birleştiren benim. Fakat sen bir melektin diyeceksin, değilim artık. En sevdiğim arkadaşımı ortada bıraktığım zaman meleklik görevimi de devrettim ben telefon başında."
Medusa: "Ne zamandı?"
Daphne: "Hatırlamaz! Bu kız hiçbir boku hatırlayamıyor ki, silmiştir muhtemelen. Öncedendi, çok önceden. Birlikte dans edebildiğin tek insanı, sana şarkı söylerken eridiğin, duşta sarhoşken birbirinizi yıkadığınız, şiirlerini tek duymayı seven, gözlerinde güveni bulduğun tek insanı yitirdiğin zaman melekliğini de orada, onunla birlikte bırakıyorsun."
Medusa: "Sen sarhoş olmazsın ki. Opera sensiz başlamaz. Onu yem mi ettin aç insanlığa? Kim peki destekledi sen yokken onu? Kime anlattı derdini sen yokken?"
Daphne: "Yazmıştır. Dans etmiştir arkamdan. Ağıt yakmak her zaman bağır çağır olmaz, dans ederek de vedanı edebilirsin. Acı insanları pek farklı etkiliyor. Acıya karşı verdiği reaksiyonlara bakarak kişiliğini bile çözebilirsin bir insanın kanımca."
Medusa: "Acıyı çekerek test etmene gerek yok inan ki. Başın dik olsun, ayakların sağlam bassın yere. Dik durmayı becerebilirsen, yem olmayacaksın!"
Daphne: "Bunu bana anlatma, bacaklarım yanık. Aden'i veya Kee'yi çağır, onlar mücadele etmeli artık sıramı salıyorum."
Aden: "Biri bana mı seslendi?"
Kee: "Yalnızca sana değil, ben de duydum ismimin geçtiğini."
Medusa: "Ben çağırdım sizi ama bu kadar hızlı beklemiyordum. Işınlanmayı mı keşfettiniz yoksa. Moleküler düzeyde parçalanma, kilodaltonlarca birleşim ve çalışan sinirler."
Ben beceremedim bunu. Hediye paketi olarak ne kullanacağımdan bihaberim. Bir kutu almalıyım sanırım, estetik duruş pek mühim.
Şarkı dinlemeden yatağa geçmeli bu kız ki, meşguliyetinden bitap düşmesin. Uyumalı, uyanmalı ve hayata yeniden başlamayı öğrenmeli bir şekilde.
Medusa: "Hayata nasıl başlarsın ki?"
Başlayamazsın, ortalığa atılırsın yalnızca proje çocuklar gibi. Yürümeyi, zırlamayı, zırlamamayı, bahane üretmeyi, kaçmayı, saklanmayı, gülmeyi, kahkahaları, üzülmemeyi, kırılmayı, alınmayı, soru sormayı, öğrenmeyi öğrenirsin.
((Medusa atıldı lakin Medusa'nın cesareti sayesinde biranda sahnedeki her kafadan başka bir ses çıkmaya başladı. ))
Medusa: "Ben kini, nefreti, intikamı ve masumiyeti öğretirim."
Daphne: "Ben reddedilmeyi, ölümü, kıskançlığı ve kabul edemeyişleri öğretim."
Aden: "Ben sevgiyi öğretmek istiyorum."
Medusa, Aden'i duyduğunda atılır konuşmaya.
Medusa: "Eğer sevgiyi öğretmek ise amacın kolay gelsin. Sevgisizlik vasıtası ile ona sevgiyi öğreteceğim hususunda size garanti verebilirim."
Aden: "Ben sevgisizlik yolundan ziyade bu kavramı ona yaşatmak için çabalayacak olanım. Değişken tavırların olabildiği gibi patavatsızsın."
Medusa: "Sevgiyi öğretebilecek kapasiteye sahip değilsin sen, Kee nerelerde?"
Aden, Kee ismini duyduğunda elinde sıkıca tuttuğu bardağı düşürdü.
Kee neredeydi? Az evvel birlikte akşam yemeği yememişler miydi? Bir sahne arası yıllar mı sürüyordu? Nerelerdeydi Kee?
Aden Medusa'ya göz ucuyla bakarak sahneyi terk etmek üzere yola çıktı. Aden'i Daphne takip ederek ağaçların altına çöktüler birlikte. Sahnede Aden ve Daphne dışında kimse yoktu. O hayat ağacının gölgesinde konuşulacaktı bu aşk.
Eros: "Aşk mı dedin?"
Eros senin sahnen gelmedi henüz, git!
Aden: "Kee nerede? Bilmiyorum Lee'nin nerede olduğunu? Hiç var oldu mu yanımda ondan bile bihaberim. Her bir dakikasını büyük bir zevkle hatırlayacağım bana son defa sarılışının. Cehennemden sırf bu sarılma için geri geleceğime ant içiyorum. Bu geceki cin tonikler benden olsun. Bu ağaç şahidimdir ki etim ve kanım ile onu arzuluyorum. Ayaklarımın yere bastığı sağlamlıkta bir güven inşa ediyorum. Bacaklarımdaki, karnımdaki, kollarımdaki kaslarım şahit olsun ki onun sarılışının sıcaklığı içimde bir karınca yuvasından fırlamış ordular gibi yüreğime akın ediyordu. Kee nerede? Gelmeyecek mi? Pekâlâ uğrar, pekâlâ yine gelir ve görürüz onu lakin sanırsam o bizi hiçbir vakit görmeyecek. Tek taraflı büyüttüğüm sevgim her zaman güllük gülistanlık değildi. Ben bir orospuyum, ben kaltağım ve kaşarım."
Daphne: "Ellerini uzat! Kokusunu anımsıyor musun, sarılmışsınız ya veda ederken. Hatırında olanları duymak istiyorum."
Aden: "Birkaç saat evveldi. Aynı gün doğmuşuz ki biz, yalnızca bambaşka yıllar içerisinde. Dünya durup karar vermiş midir dersin aynı gün doğuşumuza? Aynı gün doğanların teni tenine değebilir mi ki? Mazide kaldı hayallerim sanırsam, kaybettim şansımı çoktan. Dünyaya bir kere daha gelmek ve senaryoyu değiştirmek istiyorum. Varlığı büyük bir lütuf, onu tanımış olmak beni gururlandırıyor. Keşke onunla tanışmadan evvel bu denli sarsılmış olmasaydım. Bu denli bir yıkımın ardından kalıntıların etlerine yapışsa. Suretini kazısak topraktan. Toprak kabul eder mi gözyaşlarımızı? Kim bilir neler için aktı o yaşlar gözlerinden? Rahatlıkla ağlarken hiç görmedim ben Kee'yi. Upuzun bir yolum var, önüme çıkma sakın."
Eros: "Hiç hayatında kontrol edemediğini hissettiğin olaylar yaşandı mı? Tıpkı bu olaylar gibi bazen ne söylediğimiz de kodlanmış misali küçüklüğümüzden itibaren etrafımızın bize empoze ettiği dışsal ne var ne yok içselleştirdiğimiz fikirler, yorumlar, eleştiriler bütününü kapsayan olaylardan ibret olduğunu hayatın düşünüyor musun hiç? Akıl yordun mı hiç yaşamanın ne denli dışsal etkilere bağlı olduğuna dair? Kee bunu kaç kere düşündü sence?"
Aden: "Hiç bu şekilde bakmamıştım bu duruma."
Tamam yeter bu kadar tantana, kapatın sahneyi artık. Dekorlar değişsin artık ikinci perdenin gelme vakti.
İkinci perdenin özelliği nedir biliyor musun?
#hep dudaklarımı parçalıyorum
Bir rüya gördüm bugün. 18 Şubat, salı. Yıl önemsiz, saat de yerinde durmuyor zaten. Sıcak bi suyun içinde, kavrulan etlerimden buharlar yü...
-
Neredesin? Araba mı sürüyorsun, hayır motorlasın. Üstün açık, ağaçların arasındasın. Pulsarı satmamışsın, hiçbir vakit de satmayacak gibisi...
-
Öyle fiyakalı vedalar edemedim sana, affet. Kabul et uçarı zevklerinin peşine düştün sen de. Sana veda ederken yoktun bile orada. İtinasız y...